Lou Andreas Salome’dan söz ediyorum.
Bir ipucu vereyim: Hem erkekleri "çarpan" kendi ruh halini, hem de Gezi ruhunu çok güzel yansıttığını düşündüğüm şu sözler ona ait:
“Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum; ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.”
Lou Andreas Salome 12 Şubat 1861 yılında St. Petersburg’da doğdu.
Babası, Baltık – Alman kökenli ve sefarad bir Rus generaldi.
Yasa, kural, adet, gelenek ve görenekle hiç işi olmayan, başına buyruk bir insan olarak büyüdü.
Zürih’te teoloji, felsefe ve sanat tarihi okudu.
Ciddi bir sağlık sorunu nedeniyle henüz 21 yaşındayken, annesi onu, havası daha ılıman olur diyerek Roma’ya götürdü.
Malwida von Meysenbug annesinin çok iyi arkadaşıydı ve onun Roma’daki evine yerleştiler.
Malwida, radikal görüşleri olan ateşli bir devrimciydi. Nietzsche’nin ve ailesinin çok yakın arkadaşıydı. Hatta Nietzsche “İnsanca, Pek İnsanca” adlı kitabını Malwida’nın Sorento’daki evinde yazmıştı.
Malwida, piskolojiyle ilginen ve atetist bir Schopenhauer takipçisi olan Paul Ree’nin de çok iyi arkadaşıydı. Hatta Nietzsche “İnsanca, Pek İnsanca” adlı kitabını yazarken, Ree de çoğu zaman Sorento’daki evde onlarla birlikte kalmıştı. Öyle ki, Nietzsche yaptığı birçok konuşmada, Ree’nin kitapla ilgili “babalık hakkı” olduğunu söylemiştir.
Ree, Malwida’yı Roma’daki evine ziyaret geldiğinde Lou’yla tanıştı ve ondan çok etkilendi. İlişkileri kısa sürede tek taraflı bir aşka dönüştü. Ree ona evlenme teklif etti, ama Lou arkadaş kalmayı tercih etti. Buna rağmen aynı evde kalmaya başladılar. Çünkü Lou, Rusya’ya dönmek istemiyordu.
1882 yılının Mayıs ayında tanıştığı Nietzsche’yi, Kasım ayına kadar süren arkadaşlıkları sırasında, özellikle "din"le ilgili sohbetleriyle derinden etkiledi ve kafeslenemeyen ruhuyla aklını başından aldı. Nietszche’ye çok büyük acılar çektiren ve çok da ilham veren bu tek taraflı aşk hikayesi, İrvin Yalom’un “Nietzche Ağladığında” ve Lance Olsen’in “Nietzsche’nin Öpücükleri” adlı romanlarına konu oldu.
Bakın İtü Sözlük’te Lou ve Nietzsche ilişkisi hakkında neler yazılı (!):
“Nietzsche'nin yaşamında önemli bir yer edinmiş, melek yahut şeytan olduğu konusunda bir fikre varılamayan özgür hatun. Tüm bu özgürlüğüne rağmen belki de bir tepki olarak evliliklerinde ve ilişkilerinde 34 yaşına kadar bekaretini korumuş, daha sonra ise adeta bir erkek düşkünü olarak anlatılmıştır.”
“Tam adı Lou Andreas Salome olan ‘femme fatale’. Dönemin ünlü düşünürlerini ayartıp süründürmesiyle meşhurdur.”
“Uğrunda döneminin entellektüel çevrelerinin birbirine girdiği; güzelliği ve küstah davranışlarıyla dikkatleri çeken, karşı konulamayan, evlilik kavramını inkar eden, Nietzsche'nin efsane aşkı.”
“Nietzsche'nin evlenme teklifini reddeden, Freud ve şair Rilke'yi de derinden etkileyen kırbaçlı kadın.”
“Nietzsche'nin kadın düşmanı olma sebebi olarak gösterilmekle birlikte, Zerdüşt'ü yazmak için gerekli yanma ve pişme sürecini sayesinde tamamladığını söylediği kişi.”
Evet yazılanlar böyle.
Aşkın karşı cinse yönelik bir “taşma” hali olmadığını söyleyen Lou’ya göre, erotik sevgi halindeyken insan partneriyle değil, bizatihi kendisiyle doludur; partnerine değil kendisine sarılır, onunla bir olur. Ona göre aşk, kendi ölümü için uğraşır, sadakati reddeder, ama özgürlüğe de engel olur. Evlilik, sevginin katilidir. Ona göre arkadaşlık, sevgiye ve daha da kötüsü cinselliğe dönüşerek yok olma riskinden korunmalıdır...
Lou, 1887 yılında, başka erkeklerle ilişkisi olduğunu ve evliliğe karşı olduğunu söylemesine rağmen, Friedrich Carl Andreas’ın ısrarlı evlilik teklifine “evet” der. Bu evlilik sırasında "kocası"nın bilgisi dahilinde flörtlerine devam eder. Bunlar arasında Rainer Maria Rilke ve Sigmund Freud da vardır.
Onca flörtüne rağmen ilk cinsel ilişkisini Rilke ile yaşadığı söylenir. Özgüveniyle Rilke’yi büyüler. Aşağıdaki satırlar Rilke’nin Lou’ya karşı hissettiklerinin çok güzel özetidir:
"O zaman da hissetmiştim, bugün de biliyorum ki, seni kuşatan o sonsuz gerçek, o son derece iyi, büyük ve üretici dönemin en önemli olayıydı. Beni yüz yerimden aynı anda kavrayan o değiştirici yaşantı, senin varlığının büyük gerçeğinden doğuyordu. Daha önce, o aranan durumsayışlarım sırasında, hiç o kadar duymamıştım hayatı, o kadar inanmamıştım şimdiye, geleceği o kadar tanımamıştım.
Sen bütün kuşkuların tam karşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklık edendin. Dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliği olan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş ve güçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeyler söylemeyi öğrendim. Bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu."
Sigmund Freud’un hakkında:
“Korkunç bir zeka... Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.”
dediği, dünyanın ilk psikoanalist kadınlarındandır.
1930 yılında Göttingen’deki son son saatlerinde şunu söylediği rivayet edilir:
“Düşüncelerimi serbest bıraksam, aklım kimseyi bulmaz. Tüm bu olup bitenden sonra, en iyisi ölmek.”
Nietzsche’nin evlilik teklifini geri çeviren, büyük Alman lirik şairi Rilke’nin ömür boyu unutamadığı aşkı ve Freud’nun çok açıkça hayranlık duyduğu Louise Andreas Salome; 15 roman, birçok piskolojik ve felsefi çalışmaya imza atmış; ahlaki kurallara kayıtsızlığı ve doyumsuz entellektüel merakıyla kadınların ve erkeklerin cinsiyete dayalı toplumsal rollerini ilk kez sorgulamış; psikoanaliz ve kadın seksiliği üzerine yazan ilk kadınlardan birisi olan ve bana göre Kova burcunun hemen tüm özelliklerini taşıyan; Rilke’ye göreyse “herşeye kayıtsızca güvenen ve korku nedir bilmeyen bir sevecen” olan, sıradışı bir kadındır.
Yazının başlığıyla ilgili meramımız anlaşılmış olsa gerek.
Rilke’den bir şiirle bitirelim:
Yalnızlık
Yalnızlık bir yağmura benzer, Yükselir akşamlara denizlerden Uzak, ıssız ovalardan eser, Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir Ve kentin üstüne göklerden düşer. Erselik saatlerde yağar yere Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar, Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı Ayrılınca birbirinden gövdeler;
Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde Yatarken aynı yatakta yan yana: Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.
Çeviren: Behçet Necatigil
Pek muhterem Vedat Sakman bu şiiri şarkı yapmış. Onu da aşağıdaki videodan dinleyebilirsiniz:
İyi pazarlar...