Biz, bir kerelik haksız menfaat sağlamaya ve haksız yere üste çıkmaya yarayan, düzen bozucu sözde uyanıklığı (kurnazlığı) yaratıcı zekâyla karıştıran; bunu, makul ve beyanına itimat edilen iyi niyetli insanların kurdukları istikrarlı düzen adacıklarına üstün gören; hırslı, çoğu zaman arsız, sınır ve kural tanımayan insanların öne çıktığı; öte yandan büyük çoğunluğuyla iyi niyetli ve gariban bir ülkeyiz.
Toplumsal kodlarımız, bu tür sözde uyanıkları teşhir edip, kendilerine çeki düzen vermeye teşvik edici değil. Buna kalkışanlara destek olmuyor, dayanışma içerisine girmiyoruz. Doğrularla ve yanlışlarla ilgili mutabakatımız zayıf. Ortak değer üretme mekanizmalarımız iyi çalışmıyor. Kurallara uyan ve uyulmasını bekleyenleri takdir eden ve kendilerini güvende hissetmelerini sağlayacak müesseselerimiz çalışmıyor. O nedenle bir kısmımız seyirci kalıp haksız muktedirden yana taraf oluyor; diğer bir kısmımız ise çoğu zaman inisiyatif almıyor, her yerde istikrarlı denge ararken her şeyi kendi haline bırakıyor ve bozuk düzen içinde işinin görülmesiyle yetiniyor. Öte yandan kendimizden ve yaşadığımız ülkeden memnun değiliz. Değişmek, başarmak, saygı görmek ve gururlanmak istiyoruz.
Yüzleşme (confrontation), hatta kalarak hakkaniyete dayalı çıkarlarımızı savunma kültürümüz yok. Meseleleri çözümsüz bırakmaktan başka bir işe yaramayan, küfür savurma ve kafa – göz yarma noktasına çabuk geliyoruz. Bu nedenle çoğu zaman haklı olmamıza rağmen yüzleşmekten çekiniyor, surat asıyor, kin biriktiriyor; diyalogla, müzakereyle çözebileceğimiz bize ait sorunlar için gölge dövüşü yapıyor ya da işi başka makam ve mecralara havale ediyoruz. Oysa “müzakere” ayrı bir “terbiye”, “beceri” ve “donanım” işidir.
Yüzleşme cesaretiyle kaba kuvvet arasında hiçbir ilişki yoktur. Kaba kuvvetin muteber olduğu yerde hak ve hukuk yeşermez. Yüzleşen ve müzakere kabiliyeti yüksek bireylerin olduğu milletler kaba kuvvete itibar etmez, sorunlarını çıktığı yerde, kendileri çözer ve kolay dolmuşa binmezler. Onları bir arada tutan şeyin ortak değerleri olduğunu bilir ve onu muhafaza ederler. Bunun en güzel örneklerinden birisi, Oslo katliamı sonrasında Norveç halkının dayanışmasıydı. Hatırlayın, şu malum “filim”le İslam dünyasında olduğu gibi Oslo katili Norveç’i karıştırmak ve değiştirmek istemiş, ama halk değerlerine sahip çıkarak buna izin vermemişti.
Müzakere kabiliyeti,“kaliteli büyüme” ve “bünyenin demokrasi üretmesi” için elzem ve öğrenilebilir bir meziyettir. İşe aile eğitiminden ve temel öğrenimden başlanması icap eder. Terslenmiş, rencide edilmiş, alay edilmiş, kendini ifade etme, düşüncelerini özgüvenle müdafaa etme cesareti kırılmış, ama bizim onları “terbiyeli”, “efendi”, “akıllı”, “vatanını ve milletini seven” diye takdir ettiğimiz çocuklar susar, yüzleşemez, müzakere edemez, ortak değer yaratamaz ve bunları müdafaa edemezler. Aldıkları iyi notlar onlara hiç yardım etmez.
Oysa güçlü bir Türkiye istiyorsak bizi rekabetçi yapacak ortak değerlerimizin nasıl olması gerektiğine, nasıl çocuk yetiştirdiğimize, onlara nasıl bir eğitim ve öğrenim sunduğumuza, bu gözle de bakmak durumundayız.
Çocuklarımızın ilkokuldan itibaren “soft – skill” denilen “özgüvenli nezaket ve sakinlik becerileri”ni de geliştirici bir eğitim ve öğrenim sistemine ihtiyacımız var.
“Kaliteli büyüme” ve “sürdürlebilir rekabetçilik” için buna muhtacız.
Keşke “4+4+4” ile amaçlanan şeyde bunun izlerini görebilseydik, keşke bu reformun arka planında PISA sınavlarındaki başarısızlığımızın gerekçeleri olsaydı ve keşke bu reformun ülkemizi “2023 hedefleri”ne ulaştırmak için yapıldığı iddia edilebilseydi...