Cari Hesap durduk yerde açık vermez. Cari Hesabın açık verebilmesi için bu açığı finanse edecek ya paranızın olması lazım ya da kredibilitenizin. Kredibilite; fiyaka taslayarak kazanılan bir şey değildir. Kredibilite; cari açığınızı finanse edenlerin, borcunuzu vadesinde sektirmeden ödeyeceğinize dair size karşı duydukları itimadı ölçer. Kredibilite “his”tir ve ödeme gücünüzle ilgili olumlu kanaate gölge düşmemişse tamdır. Kredibilitesi olmayan, her şeyi peşin satın alır. Yani, sadece bugünkü gelirini ve servetini harcar. Kredibilitesi olan ise, gelecekte elde edeceği geliri ve serveti de bugün harcar. Ödemeler bilançosunda cari açığın nasıl finanse edildiğini, yani size borç verenlerin bu borç karşılığında sizden hangi menkul kıymetleri aldığını gösteren bir hesap daha vardır. Bu hesaba Sermaye Hesabı denir. Kayıt dışı bir şey yokken Cari Hesap açık vermişse, Sermaye Hesabı aynı miktarda fazla verir. Sermaye Hesabının cari açığı kapatabilmesi için; ülkeye, kurumlarına, şirketlerine vs. güven duyulması gerekir. Daha önce, “ülkenin kurumlarına güven duyurmak kamusal bir görevdir” derken bunu kastediyorduk. Ülkemizde yapısal bir cari açık sorunumuz var. Genç nüfusumuz var, işsizlik oranımız yüksek ve büyüyünce açık veriyoruz. Cari açık artıkça ülkeden dışarıya servet transferi oluyor ve biz tekrar tekrar başa dönüyoruz. Eskiden bunun için “devalüasyon – enflasyon – faiz sarmalı” benzeri bir tabir kullanıyorduk. Dünyada likidite bolluğu döneminde “likidite uyuşmasına” kapıldık ve Sermaye Hesabımız kolay yoldan fazla verdiği için cari açık biriktiren büyümeyi bir sorun olarak görmedik. Çünkü dikkatimiz başka yerdeydi. Şimdi tekrar cari açık sorunu önümüze çıktı. Çünkü konjonktür değişti. Herkes “aman cari açık” demeye başladı. Çünkü yine “söğüşlenerek” başa döneceğiz diye korkmaya başladık. Cari açık neden artıyor? Bunun temel üç nedeni var. 1- Sanayinizde yapısal bir zafiyet var2- Tüketim harcamaları artıyor3- TL değerli Hükümet ne yapabilir? Hükümet köklü bir anayasa değişikliği planlıyor. Yüksek büyüme ve işsizlik oranlarındaki iyileşme devam etsin istiyor. Öte yandan da teröre pabuç bırakmak istemiyor. Ancak konjonktür değişti! Sermaye Hesabının fazla vermesi artık kolay olmayacak. Hali hazırda kısa vadeli yabancı yatırımcı pılısını pırtısını topluyor. Peki, söğüşlenmeyi kabul dışında ne yapabiliriz? Sanayiciniz ara malı kullanıyor. İçerisi ve dışarısı büyüyünce daha fazla mal satıyor. Katma değeriniz düşük. Sanayiciniz düşük kar marjıyla çalışıyor ve son 1 yıldır sadece borç servisi yapıyor. Bu yapısal bir sorun. Ekonomi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan bu konuda elden geleni yapmaya çalışıyor. Ama çözüm, uzun vadeli ve sabırlı olmayı gerektiriyor. Çünkü bunun çok ciddi bir uyum maliyeti olacak. O zaman KDV ve ÖTV’yi artır ki, iç tüketim azalsın. E zaten bütçen fazla vermiş! Dahası küresel PMI endeksleri hep aşağıya doğru bakıyor. Yani dış talep azalıyor! TL değer kaybetsin o zaman? Öyle olunca de ipin ucu kaçabilir diye korkuyoruz. Diyelim ki korkmadık, açık pozisyonu olan sanayicimiz ne olacak? Kur dayağı onu daha rekabetçi mi yapacak? Bilançodaki döviz borçlarından bahsediyorum. Hani şu likiditenin bol olduğu dönemlerde alınan uzun vadeli yatırım kredilerinden falan. Yani, daha önceki dönemlerde cari açığı kapatan Sermaye Hesabı fazlasından. Bir TL şirket bilançosunda aktif aynıyken, pasif şişerse ne olur? Şirket ZARAR yazar. Bu iyi mi? Yani iç tasarrufları artıralım derken yaptığınız şey bir sonraki yıl bütçe açığı olarak karşınıza çıkmaz mı? Öyle ya kimden doğrudan vergi alacaksınız? Peki, bu yolla toplamda iç tasarruflar artar mı? Diyelim ki, en azından bir süre daha durumu idare edelim diye, ne olursa olsun cari açığı küçültmek istediniz ve TL’nin değer kaybetmesine izin verdiniz. Peki, TL değer kaybedince gerçekten cari açık azalır mı? İç ve dış gelir esnekliklerini bir tarafa bırakın; bakın, sıradan makro iktisat kitaplarında dahi var olan Marshal – Lerner koşulu bu konuda ne diyor? Ulusal paranın değer kaybetmesi halinde cari açığın kapanması için ithalatın fiyat talep esnekliği ile ihracatın fiyat talep esnekliği mutlak değer toplamı 1’in üzerinde olmalı. Bu şu demek: Paranız değer kaybetti ve bu nedenle ithalatınız 100 birim azaldı. Aynı anda ihracatınız 100 birimden fazla artmalı ki cari açığınız azalsın. Peki, Türkiye’de durum böyle mi? Bunu ben bilemem. Merkez Bankası, Ekonomi Bakanlığı, DPT vs. bilmeli. Ama işte size bu konuda yapılmış, ne kadar ilgili (relevant), ne kadar doğru ve ne kadar bilimsel olduğunu anlamaya bilgimin yetmediği bir çalışmanın sonuç kısmı: SONUÇ Türkiye, uygulanan kur politikası, dış ticaretinin yapısı ve ihraç mallarının yurtdışı talep esnekliğinin düşüklüğü nedeniyle, olası bir devalüasyonda ekonomik açıdan bazı problemlerle karsı karsıya kalabilir. Gerçekleştirilecek devalüasyon neticesinde, ithal girdilerin fiyat artısı üretimde bir daralmaya yol açabileceği gibi, maliyet enflasyonu etkisiyle enflasyon artısı da yaratabilir. Pahalanan ara malı sonucunda, ithalat yapılamayacak ya da önemli ölçüde azalacak olursa, ihracatın ara malı ithalatına bağımlılığı gereği, ihracat da önemli ölçüde düşeceğinden mevcut dış ticaret açığı daha da büyüyebilir. Çalışmada belirtildiği üzere, ihracat ve ithalat değerlerine ilişkin parçalı birim kök analizi ile hesaplanan d değerlerinin 1’e yakın ve 1’den büyük değerler alması, serilerin uzun dönemdeki kararsızlığını göstermektedir. Dolayısıyla, Türkiye için Marshall-Lerner koşulunun uzun dönemde tam olarak çalışmadığını göz önünde bulunduracak olursak, devalüasyon konusunun üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekmektedir.” Makaleyi yazan. Yrd. Doç. Dr. C. Erdem HEPAKTAN. Künyesi: “Türkiye’nin Marshall-Lerner Koşuluna İlişkin Parçalı Eşbütünleşme Analizi”, Yönetim ve Ekonomi, Yıl: 2009 Cilt:16 Sayı:1, Celal Bayar Üniversitesi. Özetle yazar diyor ki SARMAL’a dikkat. Bir sonuç da biz yazalım: Ekonomi yönetimi kredibilite tesis ederek önemli bir kamusal görev yapar. Bu ciddi bir iştir. Ülkemizin ivedilikle ne olup bittiğini görmemize, anlamamıza ve zamanında aksiyon almamıza yardım edecek, sivil ve uluslararası standartta akademik kadrolar istihdam eden, ciddi bir ekonomik araştırma merkezine ihtiyacı var. Bu arada bu öneri bana değil; değerli hocam, rahmetli Prof, Dr. Merih Celasun’a aittir.