Son yazı, SYR’deki erozyondan, zaman içinde bankacılık sektörünün kârlılığında yaşanan paralel bir erozyonun sorumlu olup-olmadığı hipotezini incelemiş ve sektör kârlılığında bir düşüş trendi yaşandığını teyit etmişti. SYR’deki erozyon bu rasyonun paydasını temsil eden risk ağırlıklı kalemlerdeki artıştan da kaynaklanabileceği için bu yazı zaman içinde sektörün riskinde yaşanan gelişmeleri inceleyecek.
SYR’nin paydası banka bilançolarındaki her aktif kaleminin incelenip, taşıdığı riske göre yüzde 0 ile yüzde 1,250 arasında bir ağırlıkla çarpılıp bu kalemlerin toplamı olarak hesaplanıyor. Ayrıca, risk ağırlıklı varlıklar belirlenirken kredi riski, piyasa riski ve işletme ile ilgili riski yansıtan faktörler kullanılıyor.
Sektör riskinin hangi yönde değişmiş olduğu hakkında genel bir sonuca varmak için, risk ağırlıklı kalemler/toplam aktifler oranının zaman içinde gösterdiği trend incelenebilir. 2007 öncesi yüzde 40 – 50’ler bandında olan bu rasyonun, 2007 Mayıs’ı sonrası gittikçe artarak yüzde 80’leri bulması sektör riskinin artmış olduğu konusunda şüphe bırakmıyor
2009 sonu - 2014 Nisan döneminde aktiflerin büyüme hızı yılda yüzde 19.2 iken risk ağırlıklı kalemler, senede yüzde 25.4 büyüdü. Sonuç olarak söz konusu rasyo 4 yıl 4 aylık kısa bir dönemde yüzde 67’den yüzde 83.5’e yükseldi.
Bu durum, aşağıda gündem konusu olacak olan, ekonomi biliminde yatırımların marjinal verimliliği olarak bilinen kavramın, bankacılık sektöründe de geçerli olduğunu gösteriyor. Söz konusu kavram, yatırımlar arttığında, yapılan ek yatırımların daha önceki yatırımlara göre gittikçe daha az çekici olacağını öngörüyor. Çekicilik iki boyutlu olarak ifade edilebilir: kâr ve risk. Bir önceki yazıda, aktifler çoğaldıkça, bilançoya giren ek aktiflerin, gittikçe daha az kârlı olduğu görülmüştü. Yukardaki analiz, söz konusu ek aktiflerin aynı zamanda daha riskli olduğunu da gösteriyor. Sonuç olarak, bankaların aktifleri çoğaldıkça, eklenen aktiflerin gittikçe hem daha az kârlı, hem de daha riskli niteliği olduğu ortaya çıkıyor.
Sektörün risk seviyesinin artmasından ne gibi faktörler sorumlu olabilir?
Bu nedenleri ortaya çıkarmak için şu sorulara cevap aranması gerekiyor: sektörde kredilerin yüksek hızlı olarak büyüdüğü yaygın olarak biliniyor. Normal olarak bu durum bankaların kârlarını artırıcı olur. Kredilerin büyüme hızı ile riskleri arasında ne gibi bir ilişki yaşanmış? Takipteki alacakların oranı ve büyüme hızı, sektör riski hakkında ne gösteriyor? Bankalar çeşitli kategorilerde kredi verir, değişik kredileri risk derecelerine göre nasıl sıralanabilir? Sektörün kredi portföyünün kompozisyonda incelenen dönem süresinde, zaman içinde ne gibi gelişmeler yaşanmış? Yani, sektör riskindeki artıştan, yüksek riskli kredilerin kredi portföyünde, gittikçe ağırlık kazanması mı sorumlu?
Yukarda bahsedilen ‘yatırımların marjinal verimliliği’ kavramını biraz daha detaylı olarak açıklamak faydalı olur. Yatay ekseni, yatırım miktarı, dikey ekseni ise yatırımların riske göre düzeltilmiş getirisini ölçen bir ilişkiyi düşünün. Bu ilişki, ‘aşağı eğimli bir eğri’yle temsil edilir. Bunun anlamı şu örnekle açıklanabilir: Yeni kurulmuş bir şirketin yatırım yapacağı projeler için belirli miktarda fon kaynakları olduğunu varsayalım. Şirketin, değer yaratması şartıyla, bu fonların tümünü proje yatırımları için kullanacağını düşünelim. Yöneticiler, tabii ki önce, en değerli projeyi (A projesi olsun) seçerler. Seçecekleri ikinci proje (B projesi), tanımı gereği ilki kadar çekici olamaz. Çünkü B, A’dan daha çekici olsaydı önce B’yi seçerlerdi. Sonuç olarak, yatırım yapılan proje sayısı arttıkça, kabul edilen ek projeler daha az verimli olur (daha az kârlı, daha yüksek riskli).
Yukardaki ilişkinin bankacılıkla ne ilgisi olabilir? Aktifler çoğaldıkça, aktiflerin kârlılığının (AGO) azaldığı bir önceki yazıda, aktiflerin riskinin arttığı ise yukarda görülmüştü. Bu durum Kredilerin büyümesi ve kredilerin risk ve kârlılığı için de geçerli olur. Bir banka için en önemli yatırım/proje kredi kararları olur. Geniş kapsamlı olarak tanımlanan belirli bir risk kategorisindeki müşteriler için talep edilen faiz aynı olursa, verilen ilk kredinin en verimli kredi olması beklenir. Yani, bu kredinin riske göre düzeltilmiş getirisi en yüksek olur. Verilen ikinci kredi ilkine oranla daha az çekici olur. Yani, faiz ilk kredinin faizine eşitse, kredinin riski ilk krediye oranla biraz daha yüksek olur.
Yukardaki analizin şunu ima ediyor: verilen krediler büyüdükçe, ek krediler daha riskli olacağı için, yatırımların marjinal verimliliği kavramına göre riskli krediler toplam kredi hacminden daha yüksek bir hızla büyür. Bankaların ‘takipteki alacaklarının’ banka kredilerinin risklilik derecesini yansıttığını varsayalım. Daha önce aktif miktarı çoğaldıkça, riskli aktiflerin büyüme hızının, toplam aktiflerin büyüme hızına kıyasla daha yüksek olduğunu görülmüştü. Aynı ilişkinin kredi hacmi – takipteki alacaklar için de geçerli olması gerekli. Yani, takipteki alacaklar toplam kredi hacminden daha yüksek hızla büyür.
Veriler yukardaki hipotezi desteklemiyor: 2002 sonu – Nisan 2014 döneminde krediler yılda yüzde 31.4 büyürken, bu dönemde takipteki alacakların senelik büyüme hızı sadece yüzde 10.3 olmuş. Daha da enteresan olan bulgu şu: krediler 2002-2007 döneminde yüzde 42.3 gibi çok yüksek hızla büyürken, ve ‘yatırımların marjinal verimliliği’, takipteki alacakların yüzde 42.3’den daha da yüksek bir hızla büyüyeceğini öngörürken, büyüme bir yana, takipteki alacaklar gerçekte senede yüzde 0.16 küçülmüş!
Benim görüşümce bu sorunun cevabı risk ağırlıklı varlıklar (RAV), BDDK ve uluslararası bankacılık otoriteleri tarafından belirlenmiş olan bir formülle hesaplanırken, yani, RAV için objektif bir kriter varken, bir kredinin ‘takipteki alacak’ olarak sınıflandırılması, bir ölçüde bankaların takdirinde olan, dolayısıyla, kısmen öznel olan bir kararı temsil ediyor.
Yabancı analistler kredilerin yüksek büyüme hızına rağmen, Türk bankacılık sisteminde takipteki alacaklar oranının düşük olmasını sürpriz olarak görüyor ve iki ihtimal öne sürüyorlar: olumlu yorum, bankaların 2001 krizinden gereken dersi almış olmaları ve kredi hacminin yüksek büyüme hızına rağmen, riskli müşterilere kredi verme konusunda taviz vermemeleri. Tabii, eğer doğruysa, bu durum hem ‘yatırımların marjinal verimliliği’nin öngörüsü ile hem de bu öngörünün aktifler için (kâr ve risk boyutlu olarak) kanıtlanmış olmasıyla çelişkili oluyor. Analistlerin ikinci hipotezi ise bankacılara iltifat edici değil: bankalar problem kredilerinin problemli olduğunu kabul etmekte geç davranıyorlar. Sizin görüşünüzü tabii tahmin edemem, ama benim düşüncem, gerçeği ikinci alternatifin yansıttığı şeklinde.
Bu oran nakit kredilerin yüzde kaçının brüt takipteki alacaklar kategorisinde olduğunu gösteriyor, ve formülü şu: TAR = brüt takipteki alacaklar/ (brüt takipteki alacaklar + toplam krediler). Bu oran, toplam krediler için 2001 krizinin akabinde yüzde 10’larda, hatta 15’lerdeydi. Ancak, “büyük resesyon” öncesi yüzde 3’lere kadar gerilemişti. 2010 sonrası ise tekrar kademeli bir düşüş sergileyip, 2013 sonunda yüzde 2.74’ indi. Nisan 2014’de ise yüzde 2.83 oldu. Bu oran kredilerin cinsine göre değişiyor. Aşağıda, çeşitli kredileri risk seviyelerine göre sıralamak için bu kredilerin TAR’ları risk kıstası olarak kullanılacak.
Banka bilançolarında (brüt) takipteki alacaklar karşılığı kalemi de olur. Bu, bankaların takipteki alacaklarda yaşayabilecekleri kayıp için ‘bir yana koydukları para’ olarak olarak düşünülebilir. Sektörün takipteki alacaklar karşılığı rasyosu (takipteki alacaklar karşılığı / brüt takipteki alacaklar) incelendiğinde, bu oranının ilginç bir trend sergilediği görülüyor. Bu rasyo 2008’e kadar yüksek yüzde 80’lerdeyken, yani bankalar muhafazakâr davranıp, her 1 TL’lik takipteki alacak için 90 kuruşa yaklaşan karşılık tutarken, 2008’de başlayan bir düşüş trendi sonucu olarak Nisan 2014’de karşılık miktarı 76 kuruş civarına inmişti.
Sonuç olarak, yukardaki son iki ara bölüm 2002 - 2014 Nisan dönemi için iki davranışın geçerli olduğunu gösteriyor: 1. Bankalar, zaman içinde kredilerini ‘takipteki alacaklar’ olarak sınıflandırma konusunda daha agresif davranmışlar, yani problemli kredilerinin ‘problemli olduğunu’ kabul etmekte yavaş davranmışlar (belki haklı olarak, belki de fazlasıyla iyimser olmaları nedeniyle). 2. Kredilerini ‘takipteki alacaklar’ olarak sınıflandırma sonrası, karşılıkları gittikçe düşük tutmuşlar. Yani, takipteki alacakları tahsil etme ihtimali ve tahsil edecekleri miktar hakkında daha güvenli davranmışlar.
Bankaların son yıllardaki davranışlarının özünü yakalayabilmek için 2010 sonu - 2014 Nisan dönemi incelendiğinde, krediler senede yüzde 24.1 büyürken, takipteki alacakların yüzde 14.6, bu alacakların karşılığı kaleminin ise yüzde 11.5 büyümüş olduğu görülüyor. Bu bulgular, yukarda 2 madde olarak varılan sonuçları teyit ediyor.
Yukarda, SYR’nin paydasının (RAV), incelenen dönemde yüksek bir büyüme hızı sergilemiş olduğu belgelenmişti. Riskli varlıklardaki artış, sektörün kredi portföyünde yüksek riskli kredi çeşitlerinin zaman içinde ağırlık kazanmasından, ya da tüm kredi kategorilerinin daha riskli hale gelmiş olmasından kaynaklanabilir. Bu konuda bir fikir oluşturmak için değişik kredilerin takipteki alacaklar rasyosunu belirleyip, kredi çeşitlerinin ne derecede riskli olduğu bu kredilerin ‘takipteki alacaklar rasyosu’nu kullanarak sıralanacak. Bu sıralama için, bir ölçüde öznel olan TAR yerine, objektif bir kıstas olan kredilerin RAV’larının kullanılması tercih edilirdi. Ancak, maalesef, BDDK’nin yayınladığı veriler, kredi çeşitlerine göre ne miktarda RAV’ın hesaplandığı detayını göstermiyor.
Ancak, çeşitli kredilerin risk bazlı sıralaması tanım olarak rölatif bir kavram olduğu için, takipteki alacakların belirlenmesinde ne gibi bir önyargı söz konusu ise bankaların değişik krediler hakkındaki, önyargılarının tutarlı olduklarını umuyorum.
Risk açısından değerlendirilecek krediler şu 8 kredi kategorisini içeriyor: toplam krediler, toplam tüketici kredileri, tüketici kredilerinin 4 ana çeşitli (konut, taşıt, ihtiyaç, ve diğer tüketici kredileri), KOBİ kredileri, ve bireysel kredi kartları kredileri. Bu kredilerin her birisinin takipteki alacaklar rasyosu (TAR), hesaplanacak ve kredilerin riskine göre sıralanması TAR’larının büyüklüğüne göre yapılacak.
Yukardaki 4 çeşit tüketici kredisinin toplam tüketici kredilerindeki payları, Nisan 2014 itibariyle, şu şekilde (yüzde): Konut (44.25), ihtiyaç (34.88), diğer tüketici kredileri (17.44), ve taşıt (3.03). Bu tarihte, tüketici kredileri toplam kredilerin yüzde 23.33’ünü, KOBİ kredileri yüzde 26.48’ini, bireysel kredi kartı kredileri ise, yüzde 7.15’ini temsil etmekteydi.
Çeşitli kredileri risklerine göre sıralarken, takipteki alacakların genel olarak yüksek olduğu dönemlerin seçilmesi gerekir. Bu dönemlerde kredi kategorilerinin TAR değerleri arasındaki fark daha belirgin olur. Verilere bakıldığında TAR değerlerinin 2008 Eylül – 2009 Eylül, ve 2008 Eylül – 2010 Eylül dönemlerinde en yüksek seviyeye ulaştığı görülüyor. Bu nedenle risk boyutlu kredi kategorileri sıralamaları için 2008, 2009, ve 2010’un Eylül ayları verilerinin kullanılması uygun oluyor.
Her şeyden önce, söz konusu 3 tarihin tümünde en düşük riskli olan 4 kredi çeşidi aynı: tüm tarihlerde de en düşük risk, konut kredisinde, 2. düşük risk tüketici kredilerinin toplamında gözleniyor (en düşük riski olan konut kredileri tüketici kredilerinin yüzde 44’ünü temsil ettiği için bu bulgu sürpriz olmuyor). 3. sırada ihtiyaç kredisi ve 4. sırada sektörün toplam kredileri yer alıyor. 5-8’inci sıralarda ise diğer krediler arasında en fazla bir basamaklık değişiklik söz konusu oluyor. 2008 Eylül’ünde diğer tüketici kredileri, 5’inci, KOBİ kredileri 6’ıncı, taşıt kredileri 7’inci ve bireysel kredi kartları kredileri ise 8’inci sırada yer alıyor (yani, 2008 Eylül’ünde bireysel kredi kartları kredileri riski en yüksek olan kredi kategorisi oluyor). Kredi kartları 2010’da da yine en riskli kredi çeşidi oluyor, 2009’da ise en yükseğin bir basamak altında, yani 7. sırada yer alıyor.
Sıralamalar üç tarihte de uyumlu olmasına rağmen, TAR’ların söz konusu 3 tarihte önemli derecede değişik seviyelerde gerçekleştiği görülüyor. 2008’in yukarıda gösterilen sıralamasında 1. sıra (1 en az, 8 ise en yüksek riski temsil ediyor) ile 8. sıra TAR’ları yüzde 1.04 (konut kredileri) ile yüzde 5.94 (bireysel kredi kartı kredileri) arasındayken, 2010’da en düşük riskli (yüzde 1.72, konut kredisi) krediler ile riskli krediler (yüzde 9.05, bireysel kredi kartı kredileri) arasında oynuyor. Tüm kategoriler için en yüksek risk seviyesinin 2009 Eylül’ünde gerçekleşmiş olduğu görülüyor. Kredilerin ödenmesinde en çok güçlüğün, son 11 yılda ekonominin büyüme yerine daraldığı tek yıl olan, 2009’da, çekilmesi sürpriz olmuyor. 2009’da en düşük riski olan konut kredilerinin TAR’ı yüzde 2.34 iken, 7. sıradaki bireysel kredi kartları kredisinin TAR’ı yüzde 10.40 olarak gerçekleşti.
Döviz kredilerinin TAR değerleri TL kredilerinden çok daha düşük. Hatta bazı yıllarda yüzde 0.15 seviyesinde. Bu durum hem toplam krediler için, hem de TL ve döviz cinsli KOBİ kredileri için geçerli. Ancak, bu verilere bakarak, bankalara risklerini azaltmak için, TL yerine döviz kredisi vermelerini önermek yanlış olur. Döviz kredilerinin çok düşük riskli olmasının nedeni bankaların döviz cinsli kredilerini en düşük riskli şirketlere vermelerinden kaynaklanıyor. Yani sonuç döviz kredilerinin çok düşük TAR’ı olması, neden ise, bu kredilerin riski çok düşük olan müşterilere verilmesi. Bireysel kredi kartlarının döviz yerine TL cinsli olması tesadüf değil.
S&P ve Moody’s’in Türkiye ekonomisinin büyüme hızında önemli bir yavaşlama olursa, ya da sermaye girişlerinde ani bir duruş yaşanması durumunda bankacılık sektörünün hangi tip kredilerinin daha önemli kırılganlık kaynağı olacağı konusunda görüş ayrılığı var.
Moody’s Türk bankalarının en problemli kredi kategorisinin KOBİ kredileri olduğunu savunurken, S&P, bireysel kredilerin daha önemli kırılganlık kaynağı olduğunu düşünüyor. S&P’nin bireysel kredileri konusundaki raporları, bu kredilere konut kredilerini ve bireysel kredi kartları kredilerini dahil edip etmedikleri konusunda açık değil. Ben konut kredilerinin dahil olmadığını, buna karşılık bireysel kredi kart kredilerinin dahil edildiğini varsayımını kullandım. Ayrıca, Eylül 2009’u bir kriz laboratuvar tarihi olarak kullandım. Bu şartlar altında ‘bireysel kredi’lerin agırlık ortalamalı TAR’ı yüzde 7.91 oluyor. Bu tarihte KOBİ kredilerinin TAR’ı ise yüzde 7.58 olduğu için, bu hesaplar, S&P’nin iddiasını, yani ‘bireysel kredilerin’ bankacılık sektörü için daha önemli bir kırılganlık kaynağı olduğunu destekliyor. Aynı zamanda, söz konusu iki kredinin TAR’ları birbirine çok yakın olduğu için, S&P ve Moody’s’in bu konuda görüş ayrılığı olmasının da normal olarak karşılanması gerekiyor.