Bazen piyasalarda sürpriz gelişmeler yaşanıyor. Fed’in 18 Eylül’de ABD ekonomisinde yeterli derecede düzelme yaşanmamış olduğu gerekçesiyle ayda 85 milyar dolarlık likidite enjeksiyonunu azaltması/durdurmasını sürpriz bir kararla ertelemesine Turkiye’deki tepki ertesi gün doların 1.95’e gerilemesi ve BİST’in yüzde 6.44’lük bir yükselme yaşaması şeklinde oldu. Bu artış, 11 Eylül’ü baz alırsak, bu tarihte 517.5 milyar TL olan borsa şirketlerinin değerinin 33 milyar TL artmasına tekabül etmekteydi.
Fed, parasal genişleme programını devam ettireceğini değil de, sadece parasal genişlemeye son vermesi ya da azaltması beklenirken bu kararını erteleme kararını aldığını açıkladı. Bu ertelemenin 3 – 6 ayı aşmayacağı konusunda görüş birliği var. Hatta, erteleme daha da kısa bir süreyi içerebilir. Nitekim, bazı Fed üyeleri bu ertelemenin sadece 1 ay için geçerli olabileceği görüşünü savunmaktalar. Yani, Fed’in uygulayacağını gittikçe sık olarak ifade ettiği aylık likidite enjeksiyonlarının dozunu gittikçe azaltacağı, hatta ihtimali düşük olmasına rağmen, belki de bir hamlede durduracağı politikasında temel bir değişiklik yok.
Bu erteleme kararı açıklandığında, söz konusu karar, 19 Eylül’de Türkiye’de borsa ve döviz piyasalarında sert ve aşırı derecede olumlu bir şekilde yorumlandı. Böyle bir tepkiyi mantıki ve haklı bulmamın mümkün olmadığı görüşümü 19 Eylül’de Twitter’da ifade etmiştim. Nitekim, bu gün (25 Eylül) dolar 2 TL seviyesini aştı. BİST ise Fed’in kararından 1 gün öncesi seviyesinin sadece yüzde 2 üstünde kapanış yaptı. Yani, Fed’in kararından 1 hafta sonra Türkiye’deki yatırımcıların aklı başına gelmis gibi görünüyor. Kısa zamanda gerçekleşen bu ‘düzeltme’ durumu, yatırımcıların kararı abartılı bir şekilde olumlu bulduklarının farkına vardıklarını ima ediyor.
Fed’in kararı öncesi TCMB Başkanı sene sonunda doların 1.92 TL olabileceği tahminininde bulunmuştu. Fed’in kararı nedeniyle dolar bu değere yakın bir seviyeye (1.95 TL) ulaştığında, bazı medya, Sayın Başçı’nın ‘bir dahi’ olduğu sonucuna vardı. Tabii, bu, tüm dünyanın tersine TCMB Başkanı’nın, Fed’in erteleme kararını doğru olarak tahmin etmiş olmasının mümkün olamayacağının herhalde farkında değildiler.
Fed’in erteleme kararına Maliye Bakanı’nın Financial Times gazetesine verdiği beyanatta çok enteresan bulduğum yorumları oldu. Örneğin, Bakan şu görüşü ifade etti:
“Bu durum bize, dış finasmana bağlılığımızı azaltma konusunda biraz daha ek zaman verdi”.
Bakanın bu görüşüne tepkimi şu şekilde özetleyebilirim:
Sanırım, Bakan bu yorumunun hükümet olarak 11 yıla yakın zamandır dış finansmana, üstelik düşük kaliteli (yani, kısa vadeli dış finansman kaynaklarına) bağlılığın yarattığı tehlikeyi bilmemiş ya da umursamamış olduğunu ima ettiğini görmezlikten geliyor. Sayın Bakan, 11 yıldır azaltmak yerine gittikçe artırılmış olan dış finansman bağımlığını bu 1 – 6 aylık erteleme sürecinde azaltabileceklerine gerçekten inanıyor olabilir mi?
Bakan ayrıca, 140 milyar doları özel sektörün olan 165 milyar dolarlık vadesi 1 yıl içinde dolacak borçların ödenmesi konusunda da, bu para yatırımlar için kullanıldığı gerekçesiyle endişe duymamakta olduğunu da ifade etti. Bu yoruma tepkim şu oluyor: Bu paranın çok yüksek bir oranı orijinal olarak kısa vadeli olan (1 seneden az) borçlardan oluşuyor. Özel sektör yatırımları son 1.5 yılda kesintisiz olarak küçülmekte. Nitekim 2013’ün ilk çeyreğinde söz konusu daralma yüzde 7.26, ikinci çeyrekte ise yüzde 2.04 oldu. Bu veriler Bakan’ın alınan kısa vadeli borçları özel kesimin yatırımlara kanalize etmiş olduğu iddiasının doğru olmadığı anlamına geliyor.
Bakan ayrıca, beyanatında geçmişte de sık sık tekrarladığı gibi, yine mali disiplinimizin olduğunu ifade edip, bununla övünmeye devam ediyor. Ancak, Türkiye’nin mali disiplini olduğu iddiası da gerçekleri yansıtmıyor. http://gundem.milliyet.com.tr/turkiye-nin-dunyadaki-yeri-nasil-belirlenmeli-/gundem/gundemyazardetay/07.03.2013/1677238/default.htm linkindeki yazımda açıkladığım gibi ekonomik kurmaylar bu sonuca yanlış kıstas kullanarak varıyorlar. Kıstas olarak gelişmiş ülkeleri alırsak, Türkiye’nin mali disiplini varmış gibi görünüyor. Ancak, bilimsel metodoloji açısından kıstasın gelişmiş ekonomiler yerine, Türkiye gibi, yani gelişen ülkeler örneklemi olması gerekiyor. Mali disiplin ölçeği olarak yaygın bir şekilde kullanılan 2 oran da gelişen ülkelerde gelişmiş ülkelere oranla düşük. Söz konusu mali disiplin ölçekleri Borç / GSYH ve Bütçe dengesi / GSYH oranlarından oluşuyor. Türkiye’nin hem Borç / GSYH, hem de Bütçe açığı / GSYH oranı, diğer gelişen ükeler ortalaması kadar, hatta az miktarda daha da bozuk. Yani, eğer Türkiye’nin mali disiplini varsa, ortalama bir gelişen ülkenin de mali disiplini var olmuş oluyor. Buna rağmen, ekonomik yöneticiler, Türkiye’yi metodoloji açısından yanlış olan gelişmiş ülke örneklemi ile karşılaştırarak bu “istatiki şehir efsanesini” sürdürmeye devam etmekteler.
Aynı ‘hatayı’ büyüme hızı konusunda da yapıyorlar. Doğru kıstas gelişen ülkeler örneklemi olması gerekirken, gelişen ülke büyüme hızı ortalaması yüksek, gelişmiş ülkeler büyüme hızı ortalaması ise düşük olduğundan, Türkiye’yi gelişmiş ülkelerle kıyaslayarak yanıltıcı bir izlenim bırakıyorlar. Nitekim, 2012'in tümünde ekonominin büyüme hızının yüzde 2.2, 4. çeyrekte ise yüzde 1.4 olduğu açıklandığında, ekonomiden sorumlu kurmayların ve iş dünyası kuruluşlarının bu rakamlara tipik yorumu şu şekildeydi:
"Büyüme performansımız hayal kırıklığı yarattı. Ancak, AB ülkelerinin, ABD'nin, Japonya gibi diğer (gelişmiş) ülkelerin büyüme performansları ile karşılaştırdığımızda, yine de söz konusu rakamların büyük bir başarı olduğunu kabul etmeliyiz".
Tabii bu yorum, yanlış olan gelişmiş ekonomiler kıstası kullanıldığı için bir başka “istatiki şehir efsanesi” örneğini temsil ediyor. Yani, kullanılan veriler doğru olmasına rağmen, varılan sonuç, gerçekler yerine içi boş ve yanıltıcı bir halkla ilişkiler kampanyasından başka bir şeyi temsil etmiyor. IMF’nin 35 ülkeden oluşturduğu gelişmiş ekonomiler örnekleminin 2012 yılı GSYH ağırlıklı büyüme hızı ortalaması yüzde 1.3 iken, aynı yıl 153 ülkeden oluşan gelişen ve yükselen piyasalar ülkelerinin büyüme hızı ortalaması yüzde 5.1, 28 ülkelik ‘gelişen Asya’ ülkelerinin büyüme hızı ortalaması ise yüzde 6.6 olarak gerçekleşti. Dolayısıyla, Türkiye’nin aynı yıl yüzde 2.2 olan büyüme hızı bir ‘başarı’ göstergesi olamaz.
Maliye Bakanı ayrıca, büyük bir öngörürlükle “problemlerimizin çözümü için işsizliği azaltacak, tasarrufları artıracak, eğitim seviyesinin kalitesini yükseltecek yapısal reformları yapmaktan başka bir alternatif yok” diyor. Bu yorumu okuduğumda tepkim şu olmuştu:
“Günaydın, ben ve başkaları bu yapısal reformların ve başka ek yapısal reformların yapılması gerektiğini geçmişte defalarca tekrarlarken, ekonomik yöneticiler neredeydi?”
Küresel konjonktür sayesinde ‘ucuz kredi’ kullanabildiği ve bir yama yapma politikasını temsil eden çok sayılı özelleştirmeler yöntemiyle finansman kaynakları yaratabildiği için, 11 yıldır tek başına iktidar olmasına rağmen, bu reformları yapmayan/yapamayan bir hükümetin, bu reformları Fed’in 1 - 6 aylık genişlemeye son vermeyi erteleme sürecinde yapacağını/yapabileceğini düşünmek ne kadar gerçekçi olabilir? Ekonomik yöneticiler, Financial Times ve iş dünyasının saygı gören diğer medya kanallarında tabii ki istediğiklerini söyleyebilirler. Ancak, bir vatandaş olarak şu ricam olacak: Bu gibi beyanatları verirken hükümet üyelerinin lütfen halkın zekasına hakaret etmekten kaçınmaları!