Ekonomi bakanının Moody’s hakkındaki beyanatı
Herhalde ekonomi Bakanı Zeybekci’nin son birkaç gündür Moody’s kredi notu şirketini topa tutmamakta olduğunu duymayan kalmamıştır. Konunun ilginç yönü, bakanın gazabı söz konusu kredi notu şirketinin Türkiye’nin notunu düşürmesi değil. Moody’s böyle bir karar almadı. Sön konusu kredi notu şirketi sadece, Türkiye ekonomisini etkileyebilecek politik istikrar nitelikli belirsizlikler (yeni Başbakan’ın kim olacağı, kabinenin kompozisyonun nasıl olacağı, Cumhurbaşkanı’nın genişletilmesi planlanan yetkilerinin ekonomiye ve yapısal reformlara etkisi, TCMB’nin zayıflayan bağımsızlığı, vs.) hakkında duydukları endişeleri dile getirdi. Bakana göre, Moody’s ne Türkiye ekonomisinin bugünkü “Önemli dereceli başarılı performansını görebilmekte”, ne de ileriye yönelik olarak ekonomiyi bekleyen “Çok parlak performansın farkında”. Ayrıca, Bakan Zeybekci bence çelişkili bir davranış sergilemekte olduğunu görmüyor: Bir taraftan Moody’s’in ülke ekonomisi hakkındaki 9 maddelik endişelerinin “bir tanesinin bile ekonomiyle ilgili olmamasını” eleştirirken, diğer taraftan da Moody’se karşı Türkiye’nin en popüler sporu olan “komplo teorileri” ҫerçevesinde suҫlamalarda bulunuyor.
Bu meyanda Bakan şu gibi ifadeler kullanıyor:
“Moody's Türkiye açıklamalarını maksatlı olarak gündemde tutmakta... İçeriğini bilerek piyasalara pompalamakta ve dikte etmeye ҫalışmakta...”
“Moody’s seçimlerden önceki son Cuma günü yapacağı açıklamayı yapamayarak, kaçırdığı negatif açıklama fırsatını bir hafta sonra yaparak kendisine birilerince verilen siparişi gecikmeli olarak yerine getirmiş oldu”. Bakan, ayrıca şunları da ekliyor:
"Yapılan açıklamaların, ekonomik değerlendirme kriterlerine göre yapılması yerine önyargılı olarak hazırlandığı gerekçesiyle Moody’sin yorumlarını kale almıyoruz.”
“(Moody’s) kendisinden beklenen ekonomik değerlendirme yerine birilerinin istediği siyasi şablona uygun değerlendirmeler yapmıştır”. Ancak Bakanının şunu bilmesi gerekir: hükümetin Moody’si kale alıp-almamasının önemi sıfır. Kredi şirketlerinin müşterisi hükümet değil de, yatırımcılardır.
Türkiye’de bazen, halkın da, medyanın da hafızası kısa olabildiği iҫin bu yazıda, T24’te 1,5 yıl kadar önce yayınlanmış olan iki yazımdan alıntılar yapacağım. Bunlardan birisi, bilhassa bu günkü yazının konusuyla çok yakından ilgili. 27 Mayıs 2013’de yayınlanan bu yazının başlığı “Moody’sin Türkiye’nin notunu artırma kararı” idi: Bu başlıktan da aҫıkça belli olduğu gibi yazı, Moody’s ve Türkiye’nin kredi notu hakkındaydı. Diğer yazı ise yukarıdaki yazıdan 3 ay kadar önce, 7 Şubat’ta “Türkiye’nin kredi notu ve ekonomi yöneticilerinin hassasiyeti” başlığı ile yayınlanmıştı.
Ekonomi bakanının Moody’se yönelttiği eleştiriler/şuҫlamaların ışığında, bu ikinci yazının iҫeriğinin de bu günkü yazı ile ҫok yakından ilgili olduğu şüphesiz.
Ancak, Ekonomi Bakanının söyledikleri hakkındaki görüşlerimi sizinle paylaşmadan önce, “her Türk delikanlısı gibi ben de milli sporumuz olan ‘komplo teorileri’ne’ inanıyorum” diyemesem de (ҫünkü, inanmıyorum), yine de bu teorileri, bilhassa yüksek hayal gücünün ürünü olanlarını, bazen eğlendirici ve renkli bulduğumu itiraf etmeliyim. Eleştirilerin ‘komplo teorileri’ niteliği, şu gibi soruları gündeme getiriyor:
1. Bakan Moody’sin yorumları hakkında, “...kendisine birilerince verilen siparişi gecikmeli olarak yerine getirmiş oldu” diyor. Ҫok merak ettim, bu siparişi verenlerin kimler olduğu konusunu? Bunlar, dünyanın ҫok sayılı ülkesini kapsayan(!); “Türkiye’nin başarısını ҫekemeyen, yabancı hükümetlerin bir kısmı mı?” Yoksa, ‘paralel yapının’, ya da, tüm dünyanın, ҫok merak etmelerine rağmen, kimliklerini hala belirlemeyedikleri bir ‘faiz lobisinin’ üyeleri mi? Tabii ki ekonomi bakanı bunların kim olduğunu biliyor olmalı. Yoksa, Moody’se böylesine spesifik, ve detaylı suҫlamalar yöneltmezdi (örneğin, Moody’s orijinal olarak, önce seҫim öncesi Cuma günü ülkeye zarar verecek yorumlar yapmayı planlamış, ama, nedense bu fırsatı kaҫırmış). Bence, ekonomi bakanının bu bilgisini paylaşmaması Türk halkına haksızlık oluyor. Bu ‘karanlık güҫlerin’ kimliği aҫıklansa, halk ülkeyi ҫok daha iyi savunabilir, ülkemizin ҫıkarlarını ҫok daha efektif olarak koruyabilir. Bu nedenle sayın bakandan ricam bu konuda bizleri aydınlatması.
Belki konuya ışık tutar düşüncesiyle aklımdan şu geҫti:
Acaba Moody’s satın alınması, Türkiye hakkında ne söylemesi gerektiğinin dikte etmenin kolay olacağı bir şirket mi? Hipotezim şuydu:
Eğer Moody’s küҫük bir şirketse, birilerinin bu şirkete Türkiye ekonomisi hakkında karanlık bir kampanya başlatmasını dikte etmek nispeten kolay olur. Bu nedenle, merak edip, Moody’s şirketinin piyasa değerinin ne kadar olduğunu inceledim, ve bu kredi notu şirketinin piyasa değerinin bugün itibariyle (18 Ağustos), 19.3 milyar dolar olduğunu öğrendim. Bu büyük bir rakam mı? Bu soruyu şöyle cevaplayayım:
BİST’deki tüm şirketlerin piyasa değeri Mayıs 2014’de 568.5 milyar TL idi. Ancak bu hisse senetlerinin tümü borsada işlem görmüyor (Koҫ’un hisse senetlerinin ҫoğu ailenin elinde). İşlem görenlerin (float, yani, fiili dolaşımdaki hisse senetlerinin) toplam değeri 166 milyar TL (borsadaki ortalama halka aҫıklık oranı; yüzde 29.2). Bu rakamı 2.15’den dolara ҫevirirsek fiili dolaşımdaki şirketlerin değerinin 77.2 milyar dolar olduğu ortaya ҫıkıyor.
Yani, Moody’s ABD piyasaları standartlarında nispeten küҫük-orta değeri olan, ama İstanbul Borsası kıstas olarak kullanıldığında, BİST şirketlerinin tümünün toplam işlem gören hisselerinin değerinin ¼’üne eşit (19.3/77.2) değerli bir şirket. Bu veriler, bende etik konusunu bir yana bıraksak bile, birisinin Moody’s boyutlu bir şirkete rüşvet vererek, ya da başka bir yöntemle, bir başka ülkenin ekonomisi hakkında bir ‘karalama politikası’ kampanyası dikte ettirmesinin güҫ olacağı izlemini bıraktı.
Bu arada, bana bir paragraflık bir detur yapma izni verirseniz, Apple şirketinin değerinin 602 milyar dolar olduğunu söylemek isterim. Yani, bu tek şirketin değeri, BİST’deki tüm şirketlerin toplam piyasa değerinin 2.28 katı. BİST’in fiili dolaşımdaki hisse senetlerinin toplam piyasa değerinin ise 7.80 katı. Bu bilgileri vermemin nedeni, laf aҫılmışken size sormak istediğim bir sorunun olması:
Eminim, “2023’de İstanbul dünyanın 10’uncu büyük sermaye merkezi olacak” iddiasını duydunuz. Yukardaki verilerin ışığında bu iddiayı ne derecede gerҫekҫi buluyorsunuz?
(Yukardaki verilere bono piyasası değerlerini hesaba katmadık. ABD’deki bonoların değeri 39.9 trilyon dolar).
Benim, ‘İstanbul-10’uncu büyük’ iddiasına tepkim şu:
“Sayın ekonomik yönetici, tamam hikâye anlat, hatta abartılı hikâye anlat, hatta masal da anlat, ama lütfen abartılı masal anlatma! Bence, yöneticiler konuşurken, halkın bu gibi konularda az-ҫok bilgisi olabileceğine saygı duyulmalı. Ama, belki de söz konusu iddiada bulunanlar haklı: “İstanbul dünyanın .....olacak”ı kaҫ defa duyduk? Binin üstünde? Peki, kaҫ bankacı, kaҫ akademisyen, kaҫ ekonomi yazarı, bu iddianın masalın bile ҫok ötesinde olduğunu ifade etti?
Neyse, konuyu dağıtmayalım. Vardığım sonuҫ şu:
Kimliği, ‘paralel devlet’ de olsa, ‘Türkiye düşmanı’ bir ülke de olsa, bu kuruluşların Moody’si tehdit edip/rüşvet verip Türkiye aleyhine rapor yazdırma ihtimali bence sıfır.
Ekonomi Bakanına sorabileceğim daha onlarca soru var. Ama, Twitter’da verdiğim sözü tutup kısa yazmak istiyorum. Bu nedenle belki 2 ek soruyla yetinmeliyim:
“Moody’s seçimlerden önceki son Cuma günü yapacağı açıklamayı yapamayarak kaçırdığı negatif açıklama fırsatını bir hafta sonra yaparak...” cümlesi. Acaba, nasıl oldu da, Moody’s bu fırsatı kaҫırdı? Moody’s Türkiye hakkında (“aleyhine”) yazılı/sözlü bir aҫıklama yapmak ister de, Wall Street Journal’mış, Financial Times’mış, CNBC’ymiş vs., vs., bunu yayınlamayı red ederler mi? “Hayır”. Peki, o zaman, nasıl olur da Moody’s “fırsatı kaҫırır”?
Bakan Moody’s hakkında şunları da söylüyor:
“Senin niyetin başka, biz seni biliyoruz”. Belli ki Ekonomi Bakanı, Moody’sin Türkiye’de zarar yaratma hedefli gizli bir gündemi olduğunu biliyor (aşağıda, Moody’sin 15 Mayıs 2013’de Türkiye’nin notunu ‘yatırım yapılabilir’ seviyesine yükseltmiş olduğundan bahsedeceğim). ‘Sipariş’ konusunda da olduğu gibi, Bakanın “Moody’s’in gerҫek niyetinin” ne olduğunu aҫıklaması, bu ‘karanlık niyet’ hakkında halkı bilgilendirmesi, ülke iҫin ҫok faydalı olur. Umarım, Sayın Bakan, 1-2 güne bu konuya da aydınlık getirerek, ülkenin ҫıkarlarının korunmasını mümkün kılar.
Bu şirketler hiҫ hata yapmıyor mu? Tabii ki yapıyorlar. Ama, ben bunlara “dürüst hata” diyorum. Bu şirketler hakkında tutsat krizinde yaptıkları hatalar konulu mahkemelerde bekleyen milyarlarca dolarlık tazminat davaları var. Bırakın, kredi şirketlerini, son 2-3 haftada, Citibank, J.P. Morgan Chase gibi ҫok sayılı banka, yatırımcıları bu dönemin türev ürünleri hakkında yeteri kadar uyarmadıkları iҫin, mahkemeye gitmek yerine, her biri hükümetle 10 milyarın üstünde tazminat ödeme konusunda uzlaşmaya vardı. Ancak, bu “dürüst hatalar”, bilerek yapılan yanlışlarla aynı sepete koyulamaz. Aradaki farkı 1-2 paragraf sonrası aҫıklayacağım. Ama, önce, 7 Şubat yazımın ҫok kısa bir özetini vermem faydalı olacak. Linkini verdiğim iҫin ince detaylarına girmeyeceğim.
Durum şuydu: Ekonomi Bakanının şimdi ҫok kızgın olduğu Moody’s Ocak 2013 sonunda Türkiye’yi bir not değişikliği iҫin incelemiş ve notunu değiştirmemişti. Ancak, aynı zamanda, cari aҫık, dış finansmanın kalitesi, TCMB rezervlerinin miktarı, özel sektörün döviz borcu konusunda 4 somut uyarıda bulunmuş, ve bu durumlarda bir düzelme olmazsa, not yükselişi bir yana, belki de Türkiye’nin notunu düşüreceği uyarısında bulunmuştu. Yazıyı okuma fırsatınız olursa, verdiğim kanıtlardan göreceğiniz gibi Moody’s 3,5 ay sonra, 15 Mayıs’ta, öngördüğü şartların hiҫbiri gerҫekleşmemiş, hatta daha da bozulmuş, olmasına rağmen, Türkiye’nin notunu “yatırım yapılabilir” seviyesine yükseltmişti. Bu nedenle yazımın teması “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” idi. Tabii, Moody’s ya Ocak sonu, ya da Mayıs ortasındaki değerlendirmesinde bir hata yaptı. Bu hataya rağmen, bir bakıma Moody’si takdir etmek, “adamlar büyük davranıyor, hata yaptıklarını kabul etmekte tereddüt etmiyorlar” gerekҫesiyle savunmak mümkün. Ancak, Türkiye’nin notunu Gezi Parkı olaylarından bir kaҫ gün önce yükseltmeleri konusunda Moody’s’in, zamanlamasına hayranlık duymanız da gerekir! (Gezi Parkı olaylarını hiҫ kimse tahmin edememiş olduğunu düşünürseniz, tabii, bu haksız bir eleştiri oluyor).
Ekonomi Bakanının Moody’s konulu eleştirilerine, ve tüm ekonomik yöneticilerin devamlı ‘bize haksızlık yapılıyor’ tipli komplo teorileri şikayetlerine inanmak zor. “Mağduriyet edebiyatının” hükümetin seҫim başarılarında ҫok önemli rol oynamış olduğunu inkar etmiyorum. Ama, her şeyin bir sınırı var; mağduriyeti uluslararası yatırımcılara taşımaya ҫalışmak bence hüsranla sonuҫlanmaya mahkum. Ayrıca, tedavinin ilk etabı her zaman iҫin doğru teşhistir. Yöneticilere, “Sen, hiҫbir zaman sorumluluk üstlenmeyip, her defasında dünyayı şuҫlarsan, hem kredibiliteni kaybeder, hem de tedaviyi önlersin” demek lazım. Neyse, 7 Şubat yazımın sonunda, şu gibi ifadeler vardı:
Moodys'in iki kararı arasındaki sürede, 4 kriterdeki gelişmeler ekonomik kırılganlıklar konusunda bir düzelme yerine bir bozulmayı temsil ediyordu. “Devamlı olarak, kredi not şirketlerini 'Türkiye’nin hakkını yemekle' suçlayan ekonomik yöneticilerin, Moody'se büyük bir teşekkür borçları var”. Ancak, bildiğiniz gibi, şimdiki ekonomi bakanı da, önceki yöneticiler de (Ҫağlayan, Babacan, ve Şimşek), Moody’se “hatanızı kabul ettiğiniz iҫin teşekkür ederiz” demediler.
En önemli konu, maalesef en sona kaldı. Kredi notu şirketleri olsun, muhasebe denetim şirketleri olsun, günün sonunda, bu şirketlerin dünyaya sattıkları tek ürün konusunda taviz vermeleri mümkün değil. Peki, nedir bu “ürün”? Söz konusu şirketlerin “kredibilitesi”. Bu konuda eğer kasıtlı bir hata yaparlarsa, ve bu keşfedilirse, bu şirketler hayatta kalamaz.
Arthur Andersen 130 yıllık tarihi olan, piyasaların saygı duyduğu bir muhasebe/denetim/danışmanlık şirketiydi. Enron’un ise enerji sektöründe faliyet gösteren bir şirket olduğunu bildiğinizi sanıyorum. Enron, zaman iҫinde, bilmedikleri (belki kimsenin tam olarak bilmediği (enerji konulu) türev işlerine girdi. Bu buzdağının su üstündeki kesimiydi. Enron, aynı zamanda kompleks ve legal olmayan bir yapı oluşturmaya başladı. Enron’un denetleyicisi Arthur Andersen’du. Andersen, aynı zamanda, Enron’a bilişim teknolojisi ve başka konularda da danışmanlık hizmeti de vermekteydi. Andersen, Enron’da önemli yolsuzlukların yaşandığını fark etti. (Örneğin, Enron bilanҫosundaki kredileri, bir yan şirket kurup, o şirkete aktarıp kendilerini ‘temiz’ gösteriyordu).
Bu durumda Andersen’in üst yöneticileri e-mail, Skype, yüz-yüze ҫok sayılı toplantı yapıp şunu tartıştılar: “Enron’da ne olup bittiğini biliyoruz, bunu görmezlikten gelip ‘Enron’un durumu temiz’ imzasını atıp, (rakamı uyduruyorum), Enron’dan senede 400 milyon dolar para kazanmaya devam mı edelim, yoksa yolsuzlukları afişe edip, gerҫek durumu aҫıklayalım mı?”. Sanırım, üst yöneticilerin kararının ‘durumu görmemezlikten gelelim’ olmuş olduğunu biliyorsunuz. Risk, gerҫek durumun keşfedilmesiydi. Nitekim, keşfedildi.
Peki, Arthur Andersen’a ne oldu? Buna cevap vermeden önce lütfen kendinize şu soruyu sorun: “Arthur Andersen’in sattığı ürün ne?” Cevap: imzası, yani kredibilitesi. Peki, piyasa, Arthur Andersen’in bile-bile, yüzlerce yolsuzluk olayının yaşandığı Enron’a,“temizdir” damgasını bastığını öğrendiğinde, Andersen’ın imzasının değeri ne olur? SIFIR. Nitekim, durumun bu olduğu ortaya ҫıktığında Andersen iflas etti; 80 küsur bin kişi işlerini, belki daha da kötüsü, emeklilik paralarını kaybetti, hisse senedi fiyatı sıfırlandı, 130 yıllık tarih silindi. Bu şirket, artık hayatta değil....
Sayın Zeybekci: Lütfen bunu hatırlayın. Yabancı ülkeler olsun, kimliği belirsiz paralel-kesişen-birbirine dik geometrik yapıları olan, vs., kuruluşlar olsun, “...kendisine birilerince verilen siparişi gecikmeli olarak yerine getirmiş oldu”. “Moody’s seçimlerden önceki son Cuma günü yapacağı açıklamayı yapamayarak kaçırdığı negatif açıklama fırsatını bir hafta sonra yaparak...” gibi cümleler telaffuz etmeden önce, haddim olmayarak yukardaki yazdıklarımı okumanızı rica ediyorum. İnanın, yazdıklarımı ҫok daha kuvvetli bir şekilde ifade etmem hiҫ de zor olmazdı. Ama, durum o kadar aҫık ve net ki, buna gerek görmüyorum....