“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki, Allah adil olanları sever”.
Bir başka cümle:
“Devleti yönetenlerin birinci vazifesi adaleti sağlamaktır”.
Bir başka cümle:
“Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarına baktığımızda hepsinin adalet temelli olarak ortaya çıktığını görürüz.”
Bir başka cümle:
“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görürüz.”
Bir başka cümle:
“Geciken adalet, adalet değildir.”
Bir başka cümle:
“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır.”
Türkiye’de bu cümlelerin altına imza atmayacak tek kişi yok.
Bu cümleler hukuk ansiklopedilerinde ya da adalet üzerine yazılmış pratik ve felsefi değerdeki kitaplardan alınmış değil.
Bu cümleler dün Tayyip Erdoğan’ın Saray’da düzenelenen “Adalet Şurası"ndaki konuşmasından aktarmalar.
İnanmak güç ama, ta kendisi, doğrudan kendisine ait sözler.
“Geciken adalet adalet değildir” diyor.
Peki, aylardır yargı önüne çıkmadan, iddianamesi bile yazılmadan hapis yatan insanlar için adalet gecikmiş değil mi? Bu durumda olan binlerce insan var.
Bu felaket durumu çözmek için kendisinin de söylediği gibi, adında “Adalet” olan, kendi partisi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ne yapıyor? AKP hükümeti, Adalet Bakanlığı ve bürokrasisi ne yapıyor?
“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır” diyor.
Hapishanelerde aylardır yargılanmayı bekleyen, yargılanma sırasında ise, hukuk kurallarının yerine getirilmediğini Erdoğan görmüyor mu?
“Adalet” için kritik davalarda yargıçlar ve savcılar sürekli olarak neden değiştiriliyor?
Bu değişikliklerle “adaleti” sağlamak mümkün olabilir mi?
Madem öyle düşünüyor ve söylüyor, o zaman yargıyı neden kendisine bağlamış bulunuyor? Birilerine bağlanmış bir yargıdan hangi “adaletin” sağlanmasını bekliyor?
Madem, “dinimiz” böyle bir sorumluluk yüklemiş, o zaman “dinin gereğini” yerine getirmesi gerek.
Eğer getirdiğine inanıyorsa, o zaman farklı konularda “adalet istiyoruz” çığlıklarını duymuyor mu? Duyuyor ise, bu çığlıklarda “acaba küçük de olsa, bir gerçek payı var mı” diye, hiç zahmet edip, sormaya, araştırmaya gerek görmüyor mu?
“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görüyoruz” diyor.
Ülkenin her köşesinden “adalet çığlıkları” yükseliyorsa, kendisinin “adaletle davrandığını” mı düşünüyor?
Madem “hayırla yad edilmek” istiyor, gerçekten “adil” davrandığına mı inanıyor?
Madem, “Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarının temelinde adalet var”, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi arayışı yok mu ki, “adalet” bugün bu ölçüde bir ütopyaya dönüşüyor?
Bir yandan “dinin” gereği, diğer yandan “demokrasinin ve özgürlüklerin” gereği ki çok doğru, o zaman özellikle son üç, dört yıldır ortaya çıkan onca “adaletsiz” durumları nasıl izah ediyor?
Binlerce insanın sorgusuz sualsiz işlerinden atılması, kimilerinin neredeyse açlığa mahkum edilmesi, hapse atılması ile “adaletin” sağlanmış olduğuna mı inanıyor?
Çok pratik bir soru:
OHAL kararnameleriyle işlerinden atılan binlerce insanın durumunu yeniden incelemek amacıyla bir komisyon kuruluyor.
Öyle bir komisyon kuruluyorsa, başlı başına kurulması bile, “adaletsizliklerin” yapılmış olabileceği gerçeğini göstermiyor mu?
Kaldı ki, o komisyon neden bir türlü düzgün çalışmıyor? Çalışmıyorsa, “adalet” yeniden yerine nasıl gelecek?
“Adalet” gecikiyor. Hani, “geciken adalet adalet değildir” diyor ya, nerede o “adalet”?
Erdoğan’ın dün söyledikleri yüzde bin doğru, her kelimesi doğru.
Ya uygulama? Ya hayatın gerçekleri?
Söyledikleri ile taban tabana zıt.
Söylediklerini uygulasın, farklı kavramlardan örnekler verdiğine göre, onların gereklerini yerine getirsin. Demokrasiden örnekler verdiğine göre, demokrasinin gereklerini yerine getirsin.
Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz aylarda Ankara’dan İstanbul’a “adalet için” yürüyor, Türkiye aylarca ve hala “hak, hukuk, adalet” çığlıkları atıyor.
Bunları hiç mi duymuyor ve sadece “kitabi” konuşarak, nutuk atmakla yetiniyor.
Ancak, dünkü gibi o nutuklarla “adalet” yerine gelmiyor.