6 Mart 2016, yani daha dört ay önce, Avrupa Bakanı (o sırada Bakan Volkan Bozkır) imzasıyla CHP’nin bir soru önergesine yerel yönetimlerle, yani belediyelerle ilgili şu yazıyı gönderiyor:
“Hükümetimiz merkezi ve yerel yönetimler arasında görev, yetki ve kaynak paylaşımına ilişkin hususlarda yerel yönetimleri de kapsayacak şekilde kamu yönetiminde reform sürecini başlatmıştır.”
Demek ki, neymiş, “reform” yapılacakmış yerel yönetimlerde. Yazı devam ediyor, hem de çok can alıcı bir cümleyle:
“Hükümetimiz yerel hizmetlere yönelik görev, yetki ve sorumlulukları merkezden vatandaşlara doğrudan hizmet sunan yerel birimlere devretmeye devam edecektir.”
Demek ki, o “reformun” özü, yerel yönetimlere yetki devrini amaçlıyor. Hem de, “doğrudan.” Devam ediyor aynı yazı:
“Vatandaşlarımızın yönetime daha fazla katılımını, yönetimde doğrudan temsilini sağlamak, yerel yönetim alanında reform çalışmalarımızın temel hedefidir.”
Demek ki, “reform” olacak, halk belediyelerde doğrudan temsil edilecek.
Tarih 6 Mart 2016.
Avrupa Bakanlığı Meclis’e gönderdiği bu yazı ile kendi çalıyor, kendi söylüyor, AKP hükümetinin bakanlığı AKP Genel Merkezi'nden kopuk. Çünkü:
“Teröre bulaşmış belediyelere kayyım atanmasıyla ilgili çalışmalara başlamış bulunmaktayız.”
AKP Genel Merkezi 31 Mart’ta bunu söylüyor, altı gün sonra Avrupa Bakanı tam ters telden çalıyor. Biri “halkın doğrudan temsilini arttırmaktan” söz ederken, öteki “seçilmiş belediye başkanlarının yerine atanmışların geleceğini” söylüyor.
Ve sonunda yerel yönetimlere kayyım atanmasıyla ilgili yasal düzenleme Meclis’e geliyor.
Yerel yönetim ya da belediye, yabancı diliyle, “municipality” eski Roma’da imparatorluğa yeni katılan topraklar için kullanılan bir deyim.
Avrupa’da feodalite sona ererken, kentlerin oluşması, yeni bir sınıfın (burjuvazi) doğması, kentlerin daha yaşanacak yerler haline getirilmesi ile birlikte “belediyecilik” 18. yüzyılda gelişmeye başlıyor.
Osmanlı’da ilk belediye 1855’te İstanbul’da kuruluyor.
1876’da, evet 1876’da, tam yüz kırk yıl önce, Osmanlı “belediye başkanlarını ve belediye meclislerini halk seçecek” diyor.
Yüz kırk yıl sonra, AKP hükümeti “seçilmişlerin yerine atanmış belediye başkanları” kuralını getirmek için düğmeye basıyor.
Arada demokrasi tarihimizin yüz akı 1961 Anayasası var, “belediye başkanlarını görevden almak” gibi, bir düşünceye yok o anayasada.
Askerlerin yaptığı 1982 Anayasası bile, “geçici görevden alma yetkisi” getiriyor İçişleri Bakanlığı'na.
Şimdi ise, askerlerin anayasasının çok gerisine gidilerek, ilçelerde valilere belediye başkanını görevden alarak, yerine kayyım atanması yetkisi getiriliyor. O yetkiyi illerde İçişleri Bakanlığının kullanması öngörülüyor.
Üstelik, yargı kararı olmadan.
Aynı kural belediye meclis üyeleri için de geçerli. Yargı kararı olmadan belediye meclis üyelerini “terörle ilişkisi” gerekçesiyle, görevden almak, yerlerine kayyım atamak. “Reform” işte bu.
Bu düzenleme:
Bir tarihte “asrın lideri” yine büyük laflarından birini ediyor, “Gitsinler, düz ovada siyaset yapsınlar.” Tamam, işte onlar da “düz ovada” siyaset yaparken, şimdi önleri kesiliyor.
“Düz ovada siyaset” bile yasak hale geliyor, “teröre bulaştıkları” gerekçesiyle.
Bu gerekçe ile AKP’ye oy vermeyen yerel yönetimlerde “AKP kadrolaşmasının” önü açılıyor. “Kayyım” adı altında, kendi adamlarını atayacaklar.
Görevden alma... Yerine kayyım atama...
Oysa, şu andaki durum şöyle.
HDP’ye ait 106 seçilmiş belediye var. Onlardan 25 belediye eş başkanı tutuklu, 22’si görevden alınmış bulunuyor, 6’sı hakkında soruşturma açılmış, onlar firari, 2’si denetimli şartıyla serbest, biri ev hapsinde. Ediyor 56.
Yani, seçilmiş belediye başkanlarının yarısı şu anda zaten görevlerinde değil, yine “terör bağlantısı” iddiasıyla.
O zaman şimdi kayyım neden?
Yukarıdaki siyasal nedenlere ek çok önemli bir neden daha var.
Rant ve rant ve rant...
HDP’li belediyelerin bulunduğu ilçelerde ve illerde, aylardır süren askeri operasyonlarla o bölgelerde bazı yerler artık oturulabilecek, yaşanabilecek gibi değil.
“Sur’u Toledo yapacağız” ya, bu palavra bir yana, oralarda çok geniş bir imar harekatına girmek
kaçınılmaz.
Eh, bu devirde “imar” demek, rant demek. Açıktan para, para, para demek.
Bu düşünceyi CHP’li milletvekilleri dile getiriyor.
HDP milletvekilleri ise, “belediyelere kayyım atanmasıyla birlikte siyasetin önü iyice kesilecek ve sonuçta ortaya çok feci sonuçlar çıkacak” diye uyarıyor.
Ne çıkarsa çıksın, umurunda mı AKP’nin. O şimdi en geniş anlamda, yargı, milli eğitim, ordu, sivil toplum örgütleri ve nihayet yerel yönetimlerde demokrasiye taban tabana zıt kadrolaşma peşinde.
AKP bütün kurumlarıyla devleti ele geçirme peşinde.
Bu gidiş kötü gidiş.
“Hastanelerde acil servislere artık kız görmeye gidiyorlar” gibi, fantezilerle insanları uyutmaya çalışmak nafile.
Bu gerçekten çok kötü bir gidiş. Uyarılar ortada. Buna rağmen, neden bu körlük?
Korku dağları bekliyor.
Ancak, bu kayyım meselesi, göründüğü kadar kolay değil. Bölge halkının “tepeden inme adamlara” razı gelmesi çok zor. Zaten halk şimdiden rest çekmiş bulunuyor.
Kayyım, arı kovanına çomak sokmak gibi.
Sanki başka normal çözüm yokmuş gibi.
Ve asıl “milli iradeye” veda.