Randevular alınıyor, yer ve zaman belirleniyor, kimlerle, nerede, ne konuşacağı üzerine notlar hazırlanıyor, derken ve aniden yukarıdan gelen bir ses, bütün bu hazırlıkları bir anda geçersiz kılıyor:
“Sen dur, Amerika’ya ben gideceğim.”
Ve böylelikle Amerika’daki Nükleer Enerji Zirvesine gitmek için can atan, kendisine randevular alınan Ahmet Davutoğlu’nun hevesi kursağında kalıyor, Amerika’ya Ahmet Bey'in yerine Tayyip Erdoğan gidiyor.
Ahmet Bey'e de, dün parti grubunda nutuk atmak düşüyor. Her zamanki gibi, hamasi ve hayallerle dolu, önemli bir şey söylediği zannıyla sesini zaman zaman garip şekilde yükselten bir eda ile.
Her ne kadar hamasi nutuk atıyorsa da, gün Ahmet Bey için kötü başlıyor. Dün sabah gazeteleri açtığında, bir de ne görsün, yandaş medya kendisinin bazı sözlerini sansüre tabi tutmuş.
Bildiri yayınladıkları için tutuklanan üç akademisyenle ilgili olarak Ahmet Bey “akademisyenler tutuksuz yargılanmalı” diyor.
Der mi, demez mi? Nasıl der? Ya Erdoğan bu sözü duyarsa, kendisinden hesap sormaz mı? Ve bu sözü yayınlayan yandaş medyanın da hakkından gelmez mi?
Yandaş medya olağan refleksini acele gösteriyor, durumdan vazife çıkarmayı iyi bildiğinden, Erdoğan korkusuyla Ahmet Bey'in o cümlesini makaslıyor.
Bu da Ahmet Bey'in canını sıkıyor. Al başına yeni bir dert daha.
Dertten bol ne var.
Eski Dışişleri Bakanı olarak Ahmet Bey Dışişleri personelini iyi tanıyor.
Bürokrat olmanın ötesine geçen, hatta iki seçim arasında Dışişleri Bakanı olarak bile atanan, sicilini devlet yerine AKP’den alan müsteşar Feridun Sinirlioğlu ile Ahmet Bey'in ilişkisi eskiye dayanıyor.
İkisi de, İstanbul Erkek Lisesi'nden. Sinirlioğlu Ahmet Bey'den üç sınıf büyük, o nedenle Başbakan Ahmet Bey Dışişleri Müsteşarı Sinirlioğlu’na ‘abi ‘ diyor. Müsteşar da Başbakan'a “hocam” diyor. Yok hayır, elbette resmi toplantılarda filan değil, kendi aralarında. Hani, eskiye dayanan hukuk gereği.
İddia o ki, Başbakan Ahmet Bey Müsteşar Sinirlioğlu’na yakın, ama Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Müsteşara aynı yakınlıkta değil.
Bu yakınlık uzaklık meseleleri nedeniyle çoktan yayınlanması gereken “büyükelçiler kararnamesi” bir süredir gecikiyor, çıkamıyor.
Erdoğan durumu yakından izliyor. Çavuşoğlu’nun sırtı sağlam, Saraya dayamış, Ahmet Bey bir an önce kararnamenin çıkmasını istiyor, ama işte olmuyor.
Erdoğan ile Ahmet Bey'in büyükelçi atamalarında farklı görüşleri olabilir mi? Pekala olabilir. Üfff ya! Nedir bu Ahmet Bey'in çilesi?
Artık kime kızacağına şaşırmış vaziyette Ahmet Bey.
Geçenlerde harika bir senaryo yazılıyor. Ahmet Bey basın toplantısına çıkacak, canlı yayın, o sırada kendisine bir telefon bağlanacak, bir şehit babası ile telefonda konuşacak, başsağlığı dileyecek. Cümle alem, yani hepimiz, Ahmet Bey'in taziyesine katılacağız, “helal olsun, bu kadar iş güç arasında şehit ailelerini tek tek arıyor” diyeceğiz.
Senaryo tıkır tıkır işliyor, bir şehit babası canlı yayında Ahmet Beye bağlanıyor, Ahmet Bey şehit babasına ve “annesine” başsağlığı diliyor. Şu talihsizliğe bakın:
Ahmet Bey'in başsağlığı dilediği şehidin annesi iki yıl önce vefat etmiş.
Ya bu Ahmet Bey'in yanında hiç mi danışman yok? Varsa, onlar ne biçim danışman? Koskoca Ahmet Bey'i bağladıkları şehidin ailesi hakkında bu danışmanlar hiç mi bilgi toplamaz, pat küt diye böyle telefon mu bağlar? Senaryo yazarken insan bu ayrıntılara hiç mi dikkat etmez?
Ah Ahmet Bey ah, gel de, haline üzülme.
Ya TRT’dki programa ne demeli?
“Devlet televizyonu” bir program yayınlıyor. Programda bir Suriyeli kız çocuğuna soruluyor, “savaşmak zorunda kalsan ne yapardın?”
Kız çocuğu sakin, “kontrol noktasında kendimi patlatırdım.”
Rezalet mi desek, skandal mı, Ahmet Bey gününün büyük çoğunluğunu terörle mücadeleye versin, ülke canlı bombalarla dehşet içinde kıvranırken, ona bağlı TRT çıksın böyle bir program yapsın.
Al şimdi şu TRT Genel Müdürünü görevden. Al da, böyle program ne imiş görsün. İyi de, nasıl alacak? Kolay mı? Önce Erdoğan’ın buna onay vermesi gerek. Onaylar mı? Kim bilir?
Üfff, Ahmet Bey üff, dert bir değil ki.
Herkesin bildiği, bilmediği, kamuoyuna yansıyan bir ise, yansımayan kim bilir kaç.
Herhangi bir konuda insanlar arasında farklı görüşler olur, doğaldır.
O kadar basit değil, Ahmet Bey'in Tayyip Erdoğan’dan farklı görüşü olmaz, olamaz.
Meğer ki, var ve meğer ki, Ahmet Bey herhangi bir konuda görüşünü bildiriyor, o zaman ne olacağı belli. Ahmet Bey ya yandaş medyada sansüre uğruyor ya da bir süre sonra Erdoğan ile aynı doğrultuda konuşmak zoruda kalıyor.
İkili arasında kapalı kapılar arkasında ne olup bittiği ise, zaman zaman Ahmet Bey'in yüzünden düşen bin parçadan hissediliyor.
Eğer Erdoğan şu ya da bu konuda görüş bildirmiş ise, Ahmet Bey'in ne yapacağı belli, hemen aynı rotayı izlemek. Öyle düşünsün ya da düşünmesin, fark etmez.
Derler ya, “büyük başın derdi büyük olur” diye, Ahmet Bey'in derdi de büyük, ama derdini kimseye anlatamıyor.
Nasıl anlatsın, hele bir anlatsın, kolaysa anlatsın.