Nihayet anlamış bulunuyorum.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun olduğum halde, AKP'nin ekonomik politikasını anlayamamanın rahatsızlığını aylardır çekerken...
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin son açıklamasıyla derin bir nefes alıyorum, o politikayı nihayet anlamış bulunuyorum.
Nebati'nin izlenen politikayı en sade yurttaşın bile anlamasına yardımcı olan açıklaması şöyle:
"Neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi gibi alanların da etkisiyle daha fazla önem kazanmaktadır."
Nebati'nin 'heterodoks yaklaşımı' sadece izlenen ekonomi politikasını anlamamıza yardım etmiyor, bunun çok ötesinde toplumda herkesi ağlatıyor. Örneğin:
"- Çocuğuna mont alamayan anneler ve babalar ağlıyor.
- Yeterli fiyat verilmediği için tarlada kuruyan üzümün üreticisi ağlıyor.
- Kazandığı halde, parası olmadığı için üniversiteye gidemeyen genç ağlıyor.
- Sosyal konut için para yatırdığı halde, iki yıldır o konuttan haber alamayan emekliler ağlıyor.
- Ayakkabı, gömlek, pantolon almak için ikinci el pazarı arayan milyonlarca insan ağlıyor.
- Eti artık sadece raflarda gören milyonlarca insan ağlıyor.
- Kirasını ödeyemeyen insanlar ağlıyor.
- İcraya düşen milyonlarca insan ağlıyor.
- Sadece bu yılın ilk çeyreğinde iş yeri kapanan 29 bin 37 dükkan sahibi ağlıyor.
- Çiftçi, işçi, esnaf, memur hep birlikte ve topluca fiilen ve fiziken ağlıyor."
Nebati'nin 'heterodoks yaklaşımı' bireyler üzerinde hiçbir iktidar döneminde görmediğimiz sefalete yol açarken, o politikanın 'epistemolojik kopuşu' kendisini makro ekonomik büyüklüklerde gösteriyor.
Malum, Nebati'nin ön plana çıkan 'davranışsal ekonomi' temelde cari fazlaya dayanıyor. Üretim, istihdam ve cari fazla ile büyüme sağlanacak, hep birlikte refaha uzanacağız!..
Ancak, öngörülenin tersine, cari fazla yerine, cari açık aydan aya artarken, Ağustos ayında tam anlamıyla 'epistemolojik kopuş' yaşanıyor:
"Cari açık bir ayda 11 milyar 200 milyon dolara yükseliyor, bu bir rekor."
Nebati'nin ekonomi teorisinde yer alan 'nöro ekonomi' faslına gelince...
"O ekonomi kendisini Sayıştay Raporlarında" yer alan sınırsız ve sorumsuz harcama kalemlerinde ve yolsuzluk iddialarında gösteriyor.
İnsanlar mont alamadıkları, ekmek ve yağ için kuyruklara girdikleri, ikinci el pazarlarında dolaştıkları, dükkanlarını kapattıkları, parasızlıktan okula gidemedikleri bir ortamda...
"Saray'ın günlük harcaması on milyon lira, aylık filan değil, günlük harcaması on milyon lira."
O harcama miktarını hiç unutmadan, Sayıştay Raporlarında neler var neler var!..
"- Çalışma Bakanlığı 33 konutun 10 milyon liraya satışına ilişkin belge sunamıyor.
- Aile Bakanlığına ait birimlerde yapılan bağışların bir kısmı makbuz olmadan kabul ediliyor.
- Ulaştırma Bakanlığına iktidara yakın müteahhitlere özel davetle ihale veriliyor.
- Gençlik ve Spor Bakanlığı kendisine ait Atatürk Orman Çiftliğini bir spor kulubüne veriyor. Birinci derece SİT alanı olan bu arazide düğün ve nikah organizasyonları düzenleniyor.
- Diyanet İşleri Başkanlığı bazı mal alımları ile yapım işlerinde mevzuata göre yapması gereken zorunlu sözleşmeyi yapmıyor."
Sayıştay Raporunda bunlara ek olarak, örneğin Boğaziçi Üniversitesi'nde ve bazı yurtlarda usulsüzlüklere yer veriliyor.
Açlık ve yoksullukla kırılan, yolsuzluk iddialarıyla çalkalanan bu ülkede...
Halk sefalet çekerken, otoriter rejimin sahibi "Sarayın bir eli yağda, bir eli balda" sözüne denk düşen bir hayat tarzıyla, günlük harcaması tam on milyon liraya yaklaşıyor.
"Buna adaletsizlikleri ekleyin.
Adalete erişimin olağanüstü güçlüğünü ekleyin.
İfade özgürlüğünün, düşünce özgürlüğünün askıya alınmasını ekleyin.
Kadına şiddeti ekleyin.
Sağlık çalışanlarına şiddeti ekleyin.
Her gün yaşanan herhangi bir skandalı ekleyin.
Her gün yaşanan sayısız haksızlığı ekleyin.
Her gün söylenen yalanları ekleyin.
Sözde dini nitelik taşıyan, dinle uzak yakın ilgisi olmayan, saçma sapan açıklamaları ekleyin."
Nereye bakarsanız bakın, gördüğünüz tablo aynı:
"Ülkede yangın var, yangın, hem de koskoca bir yangın."
Bunlar son yirmi yılda yaşadıklarımızın kim bilir kaçta kaçı?..
Böyle bir ortamada tüm zamanların en önemli seçimine gidiyoruz.
Bu ağır dönemi sona erdirmek amacıyla muhalefet partilerinin kurduğu "Altılı Masa."..
İngiliz şair ve yazar Shakespeare'in Hamlet oyununda yazdığı gibi:
"To be or not to be, that is the question."
Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.
"Olmak ya da olmamak" hepimiz için geçerli.
Hem biz yurttaşlar için...
Hem de ve çok daha fazla olarak, bu düzeni değiştirmek amacıyla, doğru bir yöntemle bir araya gelen ve yola çıkan Altılı Masa için:
"Altılı Masa ortak bir adayda anlaşamaz...
Seçimi kazanamaz ise...
Olmak ya da olmamak...
Seçimden sonra o masada yer alanların hepsi siyaset sahnesinden silinip gider!.."
Çok umut bağladığımız, Masa'yı bozmadan, seçimi kazanmaları halinde...
Cumhuriyet yeni bir yüzyıla girerken, 85 milyon insan "onlar sayesinde" yüz yılın bayramını kutlar.
Bu kadar yalın ve net.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi’ni, 1969’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet’te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989’da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet’te önce Yayın Koordinatörü, 1999’da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003’te Hürriyet Gazetesi’nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24’te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’in çeşitli ödülleri yanında, 2014’te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV’nin 'Kırılmayan Kalemler’ ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca’dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |