On yedi il ile çok sayıda ilçe yönetimini görevden alıyor, hatta bazılarını kapatıyor, buna rağmen, MHP Genel Başkan Yardımıcısı “tabanda ayrışma yok” diyor.
Böyle gider ve genel merkez kendi örgütlerinin görevine son vermeyi sürdürürse, yakında taban kalmayacak ama, hala “ayrışma yok”. Kimseye hiç bir katkı sağlamayan, tersine kaybettiren klasik ve bıktırıcı politikanın tipik örneği.
1 Kasım seçimlerinde oylarını büyük ölçüde yitiren, milletvekili sayısını yarı yarıya kaybeden ve bu açıdan HDP’nin gerisine düşerek, dördüncü parti konumuna sürüklenen MHP’de haklı olarak muhalefet yükseliyor.
Devlet Bahçeli ne yazık ki, sadece hamasi nutuklar, söz cambazlıkları, ara sıra da sesini yükselterek hiç bir getirisi olmayan laf salatası ile durumu idare etmeye çalışıyor. Ve sonuçta MHP sürekli “kaybeden parti” damgasıyla baş başa kalıyor.
Muhalefet yükselince, hatta kongre için gerekli çoğunluğu sağlayınca, Bahçeli iyice küplere biniyor.
Son açıklaması ibretlik:
“MHP’yi ele geçirmek isteyenler...
Şahsi ikbal ve çıkar kapısında duranlar...
İktidar kapısında çıkar peşinde koşanlar...”
Garabet ötesi bir açıklama. Partide liderlik yarışı ne zamandan beri “çıkar peşinde koşmak” oluyor? Genel Başkanlık yarışı ne zamandan beri “partiyi ele geçirmek?” Parti sadece Devlet Bahçeli Genel Başkan koltuğunda oturduğu sürece mi, “ele geçmiş” olmuyor?
Tersinden okumak da mümkün. Bir kişi MHP’de Genel Başkan koltuğunda ise, “şahsi ikbal ve çıkar kapısında mı durmuş” oluyor?
Neresinden bakarsanız, tutarsızlık diz boyu.
Daha ötesi var, bunca başarısızlığa ve kongrenin toplanması için gerekli imza çoğunluğuna rağmen, Bahçeli “kongreye gitmem de gitmem” diye çırpınıyor. MHP’yi mahkeme kapılarında süründürüyor.
Görmesi gereken şu:
1)Toplanan imzalar, tam bir yıl önce, Mart 2015’te toplanan MHP Kongresindeki delegelere ait. O delegelerin çoğunluğu, yani taban, kongre istiyor. Kendi delegeleri.
2)Bu direnmesi kendisine parti içinde ve dışında olağanüstü prestij kaybettiriyor.
3)MHP müthiş yıpranıyor.
4)Hepsinden önemlisi, Türkiye’nin bugünkü olağanüstü koşullarında, şu hukuk ve otorite tartışmalarına bakmak yeter, AKP’nin işine yarıyor ve elbette Tayyip Erdoğan’ın.
Her gün bir felaket yaşayan, her gün çok farklı alanlarda, örneğin Cerattepe’den Anayasa Mahkemesi kararlarına reddiye düzülen bir ortamda MHP, kendine umut bağlayan kitleyi iyice kaybediyor.
Daha beteri, AKP’nin ekmeğine yağ sürmesi Türkiye’de yüzde 51’lik AKP karşıtı çoğunluğa bir saygısızlık ve haksızlık.
Erdoğan’ın ve AKP’nin ekmeğine yağ sürmekle meşgul ikinci kişi Deniz Baykal.
İkide bir TV’lerde, CHP yönetimine söylemediğini bırakmıyor. Başarısızlıkla suçluyor, yönetimin değişmesi gerektiğini savunuyor, “kendim için bir şey istiyorsam namerdim” demeye getiriyor, uluorta Kılıçdaroğlu’na giydiriyor.
Bahçeli “gitmem de gitmem” diye, kendi partisini nasıl yıpratıyorsa, Baykal da bu açık eleştirilerle kendi partisini, CHP’yi yıpratıyor.
Baykal gibi, kurt bir politikacının bunu bilmemesi mümkün mü, değil. O halde? Belki de, gönlünde bu saatten sonra hala ve pekala bir arslan yatıyor olamaz mı?
Baykal’ın CHP Yönetimini yetersiz bulması, eleştirmesi aslında pek haksız değil.
AKP karşısında bir türlü iktidar alternatifi olamayan CHP bazen bitmez tükenmez kurultayları, bazen yetersizlikleri, bazen Atatürk posteri gibi, saçma sapan tartışmalara saplanması, çoğu zaman kendisini iyi anlatamaması, Erdoğan korkusu nedeniyle, büyük ölçüde medyada ancak CHP’ye zarar verecek haberlerle yer alması, gerçekler zinciri.
Buna karşılık, beş yılda yaklaşık doksan genel başkan yardımcısının göreve gelmesi CHP’deki yönetim beceriksizliğinin aynası. Bütün bunlar tamam.
Ama, ikide bir o TV senin, bu TV benim, erkanlarda boy göstererek, üstelik tek başına, karşıda ona karşı ters tezi savunacak bir Genel Merkez yetkilisi yok iken, serbest atışta bulunmak, eski bir Genel Başkan olarak, Baykal’a hiç yakışmıyor.
Kendisi Genel Başkan olsa ve partisinin önemli bir ismi TV’lerde kendisini böyle eleştirse, acaba ne yapardı? Onu partiden ihraç mı ederdi? Hiç bir parti etkinliğine katılmasına izin mi vermezdi? Onu istifaya mı zorlardı?
Kaldı ki;
Eylül 1992-Şubat 1995, Eylül 1995-Nisan 1999, Eylül 2000-Mayıs 2010 tarihleri arasında, toplam on altı yıla yakın CHP Genel Başkanlık koltuğunda oturuyor. Hiç iktidar yüzü görüyor mu? Hayır. Sadece 92-95 arasında bir ara, koalisyon ortağı.
Onu geçiyorum, daha vahimi var.
Bırakın tek başına iktidar olmayı, koalisyon ortağı olmayı, 1999 seçimlerinde CHP gibi Cumhuriyeti kurmakla, ülkeye demokrasiyi getirmekle haklı olarak övünen, siyasal hayatımızın temel direklerinden biri olan partiyi baraj altında bırakıyor, koskoca CHP Meclis dışında kalıyor.
Toplumun önemli çoğunluğu CHP’den beklediğini bulmuyor olabilir ama, bunu TV’lerde serbest atışa çevirmek, on altı yıl Genel Başkanlık koltuğunda oturmuş ve hiç iktidar olamamış Deniz Baykal’ın işi değil. Elbette kendi bilir. Bilmesi gereken başka bir gerçek, partisini yıprattığı öyle açık ki, yandaş kanallar sabah, akşam onun TV’de CHP’ye yönelik eleştirilerini yayınlıyor. Bu yayınlar bile, Baykal’ın yanlışlığını sergilemeye yetiyor.
Hayati önem taşıyan asıl gerçek başka. Bahçeli ile birlikte Baykal da Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyor.