Musul’un kuzeyinde Başika bölgesinde bir yıldır Türk askeri var. Başika dahil, Kuzey Irak’taki dört kampta Türkler Barzani’nin Peşmergeleri ile Musul’lu Arapları IŞİD’e karşı eğitiyor.
Türk askerinin Kuzey Irak’ta bulunması Irak Savunma Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde. Bilgi ötesi, Türk askerinin oraya yerleşmesi Irak Savunma Bakanlığının eşgüdümüyle gerçekleşiyor.
Buna rağmen, Irak bugün şiddetli itiraz halinde:
- “Türkiye toprak bütünlüğümüzü ihlal ediyor”;
-“Hava sahası ihlal edildi diye, Rus uçağını düşüren Türkiye, bizim egemenlik hakkımızı çiğniyor”.
Peşmergelerin Türk askeri tarafından eğitilmesi 13 Kasım’da somut sonucunu veriyor. O tarihte Peşmerge Sincar’ı IŞİD’den geri alıyor.
Şimdi de, yine IŞİD’in elinde bulunan Musul’un geri alınması söz konusu. Musul kritik bölge, petrol sahası.
Irak kaygılı;
Türkiye ile inişli çıkışlı tarih yaşayan Barzani yarın Ankara’da, Barzani ile Ankara şu sıralarda can ciğer kuzu sarması. Çok normal, Ankara Peşmergeyi eğitiyor, ona destek veriyor, Peşmerge de, kendi alanını genişletiyor.
Barzani’nin Peşmergelerini eğiten Ankara, acaba PKK’ya karşı mücadelede Barzani’den aynı desteği görüyor mu? Hayır, görmüyor.
Görmediği gün gibi ortada, PKK Kuzey Irak’ta yıllardır elini kolunu sallayarak geziyor.
Bu noktada devreye uluslararası uzmanlar giriyor. Onlara göre, Türkiye bilerek ya da bilmeyerek, Kuzey Irak’ta Kürdistan’ın kurulmasına katkıda bulunuyor.
Irak merkezi hükümetinin, Bağdat’ın temel kaygısı bu.
Bu kaygı nedeniyle, şimdi Türkiye’ye “çık evimden” diyor. Ve bunu iki boyutlu tehditle karışık söylüyor;
“-48 saat içinde terk etmez ise, Rusya’yı yardıma çağırırız,
-Güvenlik Konseyine başvururuz”.
Rusya’yı yardıma çağırmak, savaş çıkar, anlamında. Daha ötesi yok.
Güvenlik Konseyi ise, Türkiye için tam çıkmaz sokak. Orada en güvendiği dostu Amerika Türk askerinin Irak’ta birlik değiştirmesine açıklama yapıyor: “Türkiye yanlış yapıyor, desteklemiyoruz”.
Bunun Güvenlik Konseyi’ndeki tercümesi, oradan Türkiye aleyhine karar çıkması anlamında. Öyle bir karar zaten “değerli yalnızlık” içinde kaybolan Türkiye’nin iyice yalnızlığa mahkum olması anlamına geliyor.
Türkiye’yi kimse savunmuyor, kimse Türkiye’den yana tavır almıyor.
Durum aniden bu ölçüde ciddiyet kazanınca, Davutoğlu geri adım atmak zorunda kalıyor. Irak Başbakanına mektup yazarak, “senin iznin olmadan, bizim asker oraya gitmeyecek” diyor. Askeri bekletiyor.
Davutoğlu bu mektubu ağabeyine danışarak ve ondan izin alarak mı yazıyor, orası belli değil.
Maceradan macera beğen.
Geçenlerde Tayyip Erdoğan bitmez tükenmez konuşmalarından birinde, “Türkiye’nin üç tarafı deniz. Dört tarafı düşman” diyor.
Ne zamandan beri dört tarafı düşman? Her önüne gelenle kavga ederek, dört tarafta düşman yaratan politikalar kimin imzasını taşıyor? Türkiye neden bu hale düşüyor? Yurt dışında son üç yıldır Türkiye lehine neden tek bir yazı yayınlanmıyor? Türkiye son üç yıldır neden eski, tipik bir Orta Doğu ülkesi muamelesi görüyor?
İşte, elin oğlu şimdi bas bas bağırıyor, “çık evimden, git” diyor.
O orada bağırırken, bilmiyor ki, içerde Başkanlık provasının ikinci perdesi açılıyor.
Birinci perde 1 Kasım seçimleri. Devlet Bahçeli’nin değerli katkılarıyla 7 Haziran seçimlerini çıkmaza sokmak, içerde amaçlanan Meclis çoğunluğunu elde etmek.
İkinci perde, dış politikada. O daha kolay, Suriye, Rusya, İran, Irak derken, buna bir de IŞİD ile mücadeleyi ekle, dış politikada işte beklenen fırsat.
İnanılmaz tehlikeli bir oyun. Sonuçta Türkiye sadece “mülteciler” için kapısı çalınan bir ülke olacak, o kadar. Onun da, süresi ve kendine özgü koşulları var.
Yarın Suriye sorunu şu ya da bu biçimde sonuçlanır, mülteci sorunu sona ererse, kimse Türkiye’nin yüzüne bakmaz olacak.