Dolmabahçe Sarayı, 24 Temmuz 1998... Anlamlı bir gün...
"Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel o gün Dolmabahçe Sarayı'nda bir resepsiyon veriyor. Çeşitli ülkelerin Cumhurbaşkanları ve Başbakanlarının davetli olduğu o resepsiyona biz gazeteciler de, davetliyiz."
Öyle bir resepsiyona gazetecilerin davetli olması normal ama, bu kez davetin özel bir anlamı var, yabancı devlet ve hükümet başkanlarının özel olarak davet edilmelerinin anlamı yine farklı.
"24 Temmuz 1998 Lozan Anlaşmasının 75. yıldönümü."
Aynı zamanda...
"24 Temmuz 1998 'Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü'nün 90. yıldönümü."
O yıllarda Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü böylesine görkemli kutlamalara sahne oluyor.
Bugün o 'kutlama' artık ne ölçüde kutlama ise, zoraki birkaç demeçle idare edilen 'sıradan' bir günün ötesine geçmiyor.
"Çünkü, ortada gerçek bir basın yok."
Kırık, dökük, beli kırılmış, cilaları dökülmüş, hiçbir etkisi kalmamış, sahibinin sesi, efendilerine teslim olmuş, gerçekleri yazmak yerine efendilerinin emrini yerine getirmek yarışında bir basın var bugün.
Artık ne kadar "basın" denebilirse!..
Neden 24 Temmuz?..
Padişah II. Abdülhamit'in otuz üç yıl süren "istibdat döneminde..."
İstibdat?..
Yani hiçbir özgürlüğün olmadığı, baskıcı, otoriter, tek adama bağlı, başına buyruk bir yönetimi sürdüren II. Abdülhamit basın özgürlüğünü de askıya alıyor.
Çok sıkı sansüre uğrayan, sıkı denetimden geçen basın, sadece "tepeden gelen emirler" doğrultusunda yayın yapabiliyor. "Efendilerinin sesine" kulak veriyor.
Her zaman olduğu gibi, aynı dönemde elbette "kalemini kırmayanlar da" var.
24 Temmuz 1908'de Meşrutiyet ilan edilince, Abdülhamit tahttan indiriliyor, aynı gün sansürden bunalan basının kalemini kırmayan bir avuç gazetesi emir eri sansürcüleri gazete binasına sokmuyor.
Bu olay 1946 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kurulunca, basın özgürlüğü açısından 24 Temmuz'un "Basın Bayramı" olarak kabul edilmesine yol açıyor.
12 Mart 1971 faşist darbe döneminde basın yine kıskıvrak yakalanmak isteniyor. Sonrasında, istibdat dönemini hatırlattığı gerekçesiyle Basın Bayramı deyimi kaldırılıyor ve yerine, bugünkü "Geleneksel Gazeteciler Günü ve Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü" adı veriliyor.
Bugün o özgürlük mücadelesinin yine tam ortasındayız, son on yılda olduğu gibi. Muhalefet eden bir avuç gazete özgürlük mücadelesi ile birlikte yaşam mücadelesi veriyor.
Bugün:
"-Resmi sansürün yerini, emirle yayın alıyor.
-Gazeteciler emirle işlerinden atılıyor. Ortaya işsiz gazeteci ordusu çıkıyor.
-Gazeteciler iktidar sahiplerine emirle soru sorabiliyor. Sorular önceden belli.
-Gazetecilerin eline yanıtlar önceden yazılıp veriliyor. Ertesi gün yandaş gazeteler o nedenle aynı başlıklarla yayınlanıyor.
-Muhalif gazeteciler hiçbir resmi geziye çağrılmıyor.
-Bir gösteriyi, bir toplantıyı, bir açıklamayı izleyen gazeteciler güvenlik güçleri tarafından tartaklanıyor, yerlerde sürükleniyor, gözaltına alınıyor.
-Muhalif gazetecilere saldırılıyor, tehdit ediliyor, iktidar ve ortakları sözlü ve fiziksel saldırıları açıkça teşvik ediyor.
-Gazeteler emirle sahip değiştiriyor. Sahipler iktidar tarafından belirleniyor.
-Emirle gazete sahibi olanlar, bankalardan aldıkları kredileri yıllarca geri ödemiyor. Bunun hesabı sorulduğunda, kimseden yanıt gelmiyor.
-İktidarda olanlar hiçbir muhalif gazeteye demeç vermiyor, hiçbir muhalif TV yayınına çıkmak cesaretini gösteremiyor. Çünkü, gerçek sorulardan korkuyorlar.
-Bugün muhalif gazetelere ilan ambargosu uygulanırken, muhalif TV'lere sık sık para cezası kesiliyor."
Son on yıldır ve bugün basın en karanlık günlerini yaşıyor. Basının karanlık günler yaşaması, ülkede işlerin hiç iyiye gitmediğini gösteriyor.
Bu cendereyi tamamlayan bir halka var, hapisaneler.
Basın özgürlüğü endeksinde Türkkiye son on yılda sürekli aşağıya düşüyor. 180 ülke arasında şu anda 149. sırada. Yani, en geri ülkeler arasında.
Avrupa Konseyi'nin 2018 raporuna göre, 48 Avrupa Konseyi üye ülkesinde hapisanelerde toplam 130 gazeteci varken...
"O 130 gazeteciden 110 gazeteci Türkiye'de hapiste.
Bugün ise, 38 gazeteci hapiste."
Bu arada...
"Dönekler ve devşirilenler' var. Önce hapis yatıp, hatta özgürlük ödülü bile alıp, ardından en sıkı iktidar yandaşlığı yarışına katılanlar var!..
Ne uğruna, belli değil!...
Para, pul ya da nereye, nasıl bir devşirilme ise!..
Bazıları bugün artık selamlaşmadığım, bir zamanlar 'arkadaşlarım', bazıları bir zamanlar 'bana bağlı olarak çalışanlar', utanç verici kimlikler!..
1989 yılından bu yana Türkiye Gazeteciler Cemiyeti basın özgürlüğünü savunan, bu uğurda çaba harcayan kişi ve kuruluşlara 24 Temmuz'da "Basın Özgürlüğü Ödülü" veriyor.
Cemiyet bu yıl...
"Halen hapis yatan 16 gazeteciye Basın Özgürlük Ödülü veriyor.
Özgürlük ve hapisane!..
Günümüzde tam yerine oturan bir ironi!..
Türkiye'de basın özgürlüğünü tam olarak resmeden bir karar!.."
Bu yazıyı dün yazarken, basın günü nedeniyle kendi illerindeki basını kutlayan birkaç vali dışında, AKP'den ve ortağından herhangi bir ses yok.
Olsa ne yazar!..
Ne yazacağı belli.
Beylik laflar, gerçekle uzak - yakın bağdaşmayan, basının ne kadar özgür, ne kadar önemli, Türkiye'nin ne kadar demokratik bir ülke olduğunu anlatan senaryolar!..
Adı değişmiş olsa bile, 24 Temmuz sansürün kaldırılmış olmasının anısına, yine de 'gazetecilerin bayramı'.
Ama, on yıldır "bayram" olmaktan çıkıyor, on yıldır sadece "Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Gününe" dönüşüyor.
Mücadeleye devam!..
Tarih bu mücadelenin kaybedildiğini yazmıyor.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |