“Sala”: Perşembe geceleri ve cuma günleri camilerden namazı hatırlatmak için okunuyor, ayrıca o mahallede bir vefat haberini duyurmak amacıyla. “Esenlik ve barış senin üzerine olsun” anlamında.
Perşembesi, cuması mı var, darbe gününden bu yana sabah, akşam camilerden sala veriliyor, camilerden halka meydanlara çağrılıyor.
Çok eskiden, haberleşme araçlarının olmadığı dönemlerde, “sala aynı zamanda haberleşme yöntemi.”
Şimdi insanları meydanlara toplamak için haberleşme aracı haline getiriliyor.
Diyanet İşleri Başkanı kendi bulduğu bu yöntemi yandaş kanallarda can-ı gönülden savunuyor.
Maydanlarda toplananlar değişik kentlerde zaman zaman başka şeyler yapıyor, Malatya’dan Taksime’e kadar:
“Zikir çekiyorlar.”
Bir başka dinsel eylem.
“Zikir”: Allah’ı anmak üzere söylenmesi ve yapılması gerekenler anlamını taşıyor. Kuran okumak, dua etmek gibi.
Zikirin koşulları var: Yalnız olacaksın, sessiz olacaksın, kimin huzurunda olduğunu bilerek, saygılı olacaksın.
Darbe önlenince, bir gecede altı bin gözaltı. Yaverinden haberi olmayanlar, nasıl oluyorsa, altı bin kişiyi aniden biliyor
Oysa, darbeye karşı olduğunu ilan etmek amacıyla meydanlara toplananlar kitle halinde zikir çekiyor. Gerçek dinsel vecibenin çok ötesinde, tam bir “siyasal eylem.”
15 Temmuz darbe girişimiyle hayatımıza giren bu iki “kitlesel yenilik” karşısında muhalefet suskunluğunu korurken, sahneye bu kez bir cenaze töreninde “bir imam” çıkıyor.
Törende imam:
“... Bizi bilhassa okumuşların şerrinden muhafaza eyle ya Rabbim.”
Bu nasıl bir söz? Ne alakası var? Okumuş insanlar ülkenin kötüye gitmesini mi istiyor? Yoksa, daha fazla demokrasi ve özgürlük talepleri mi var? Demokrasi ve özgürlük talepleri mi Hoca Efendiyi rahatsız ediyor? Hoca Efendi orada ne adına böyle bir sözü söylemek hakkını kendinde görüyor?
Ve bu söz ülkenin Cumhurbaşkanının önünde söyleniyor, o cenaze töreninde ayrıca eski Cumhurbaşkanı, eski Başbakanlar var, kimse sesini çıkarmıyor.
Yani, onlar da o imamın bu sözlerini onaylıyor mu?
“Okumuşların şerri...”
Darbeye karşı çıkarken, geldiğimiz nokta hızla tehlikeli alanlara kayıyor. “Okumuşların şerri, zikir çekmeler, sala vermeler.”
Bu olup bitenler Türkiye içinde ve dışında akla şu soruyu getiriyor:
“Askeri darbeden kurtulduk, şimdi bir başka darbeye doğru mu gidiyoruz?”
Dehşet senaryolarının biri biterken, diğeri başlıyor. Darbeden kurtulan demokrasi, şimdi başka kıskaçlara mı mahkum edilmek isteniyor?
Zikir, meydanlar, sala derken, ortaya aniden Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından, eski MSP milletvekili Şeref Malkoç çıkıyor:
“Darbeye karşı halka ruhsatlı silah izni verilecek.”
Yani, halk silahlandırılıyor.
Gerçekleşmesi halinde, korkunç bir karar.
Hele öyle bir uygulama gelsin, zaten “şiddet toplumu” olan Türkiye’de, artık kimin, ne zaman, kimi vuracağı belli olmaz, “darbeye karışıyor” diye elde hazır bir gerekçe ile.
Kahvelerde, sokaklarda, herhangi bir yerde, günün herhangi bir saatinde “insanların birbirine silah çekmesi...”
Darbeye karşı çıkmak derken, iş çığrından çıkıyor.
Darbe iyi ki, birkaç saat önce deşifre oluyor ve önleniyor. Hepimiz gerçekten bir felaketten dönüyoruz.
Tamam iyi de, darbeye katılanlar Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayından birileri, Cumhurbaşkanı yaverlerinden biri, Genelkurmay Başkanı'nın yaveri vs., Türkiye’nin dört bir yanında en önemli askeri birliklerde görev yapan komutanlar.
Bunlar darbe planı hazırlıyor.
İktidarın tüm unsurları mışıl mışıl uykuda. Üstelik, en yakınlarında ve hepsini kendileri getiriyor o makamlara.
Darbe önlenince, bir gecede altı bin gözaltı.
Bu altı bin kişi akşamdan sabaha, bir gecede nasıl tespit ediliyor?
Yaverinden haberi olmayanlar, nasıl oluyorsa, altı bin kişiyi aniden biliyor.
Ve onların içinde 2 bin 500 yargıç.
Bu şu anlama mı geliyor, Türkiye’de her beş yargıçtan biri darbeci mi, yoksa ne?
Bu resmi açıklamaların dumanı tüterken, bu kez İçişlerinde dokuz bine yakın görevli, çeşitli bakanlıklarda yine gözaltılar, işten el çektirmeler, toplamında binlerce kişi.
Darbe önleniyor, Türkiye tam bir felaketten dönüyor.
Ama, şimdi yine bir başka demokrasi dışı rejime doğru kayıyor, kaygısı ön plana çıkıyor.
Avrupa baştan sona bu kaygıyla çalkalanıyor. Avrupa’daki ilk ve son cümle şu:
“Tayyip Erdoğan darbeyi fırsat bilerek, zaten otoriterleştirdiği rejimi daha da tek adam rejimi haline getirmek için eline geçen bu fırsatı sonuna kadar kullanabilir.”
Askeri darbeden kaçarken, sivil darbeye yakalanmak. İkisi de, cehennemden beter.
Bu tez doğru değilse, artık akşamları meydanlara çağrının sona ermesi gerek. Oysa, o çağrı hala devam ediyor.
Meydanlar bir yandan “Allahüekber” diye inlerken, diğer yandan Erdoğan’ın putlaştırılmasına uzanıyor.
Darbenin önlenmesi ve bunu meydanlarda lanetlenmesi ile bu dinsel sloganların bağlantısı ne?
O TV’yi kapat, bu gazeteyi kapat, şu insanları tutukla, üstelik, şu anda çok meşru bir gerekçe var:
“Bunlar darbe yanlısı.”
Askeri darbeden kaçarken, darbeyi önlemenin bayramını kutlarken, “okumuşların şerri”, camilerden çağrı, dinsel sloganlar öncülüğünde, şeriat değilse de, “daha sıkı İslami bir rejim” tehlikesine doğru yol alıyoruz.
Darbeyi önlemenin bayramını kutluyoruz, o kutlamalar başka amaçlara zemin hazırlıyor. Toplumdaki gerilim ve kaygı şimdi bu yönde artıyor.
“Halka ruhsatlı silah” gibi, akıl almaz planlarla.