Dört, beş gündür bekliyorum...
"Karınca ezmez" derler ya... "Sevecen" derler ya... "Saygılı" derler ya... "Çabuk kırılan, fakat belli etmeyen" derler ya... "Kaygısını içine atan, neşesini paylaşan" derler ya...
Türkiye’nin en iyi yazarlarından sevgili arkadaşım Bekir Coşkun uzun süren bir hastalığın ardından aramızdan ayrılıyor.
Bekir... Yüzünde eksilmeyen gülümsemeyle "hoşgörü ve iyi niyet anıtı" gibi!..
Bekir... Kendisiyle dalga geçen, tertemiz biri...
Bekir... En çetrefil konuları herkesin anlayacağı sadelikte, esprili bir dille anlatan biri...
Bekir... Yüzüne baktığınızda, "ondan hiç bir kötülük gelmez" diye anında hüküm vereceğiniz biri...
Hafif "utangaç" hatta...
Dört, beş gündür bekliyorum...
Ankara’daki gazetecilik yıllarımda zaman zaman Bekir’le bir araya geliyoruz. Örneğin, başbakanların ya da bakanların basın toplantısında, resmi bir yemekte... Gerçi o bu tür toplantıları pek sevmiyor.
Ya da herhangi bir dost evinde, akşam yemeğinde...
O özel akşamlarda "yanında hep Andre..."
Dilinden düşürmediği eşi. "Eşi ve sevgilisi..."
Bir toplulukta herhangi bir konu konuşulurken, Bekir de söze giriyorsa, mutlaka "Andre ile geçen gün bunu konuşurken" ya da tam tersi, "bak ya, Andre ile bunu hiç konuşmadık" diyerek, mutlaka eşine gönderme yapmayı ihmal etmiyor.
Dört, beş gündür bekliyorum...
O sohbetlerde, mümkün mü, Bekir "çevreyi korumaktan ve de hayvan sevgisinden" söz etmesin, yok mümkün değil!..
Köpekler başta...
Sokakta giderken bir hayvan gördüğünde, mümkün mü o hayvanla ilgilenmesin, yok mümkün değil!..
Çevresi tarafından o kadar çok sevilmesine, kendisine o kadar çok güvenilmesine rağmen, o sevgiyi ve güveni tek bir gün istismar ettiğini bilmiyorum.
Bekir’de bende kalan değişmez izlenim, ondaki "tevazu ve kırılganlık..." Çabuk kırılan, çabuk üzülen, fakat o duygularını içine atan biri...
Dört, beş gündür bekliyorum...
Her yazısı mutlaka ses getiriyor, bazen hüzünle, bazen neşeyle...
Hangi yazısını okursanız okuyun, mutlaka hak veriyorsunuz, "işte doğrusu bu" diyerek...
Bekir’in titiz bir çalışmayla hazırladığı yazı dizisi, o sırada Sabah’ta yazıyor, "Hasbahçe’de Sonbahar".
Önce eklemek gerek:
"1980’lerin, 90’ların Sabah gazetesi ile bugünün Sabah gazetesi arasında dağlar kadar fark var. O Sabah özgür, iktidar ve muhalefet, hiç fark etmiyor, eleştiri serbest, asla ve asla, bugünkü Sabah gibi, yandaş filan değil."
1980’lerin sonu... Turgut Özal’ın iktidar yılları, Özal Başbakan.
Özal’ın eşi "Semra Hanımın" çevresinde, Özal iktidarına yakın, dönemin önde gelen iş adamlarının, bazı bakan ve milletvekillerinin eşleri var. Semra Hanım onlarla gününü gün ediyor, o çevre şaşaalı bir yaşamı paylaşıyor. Hatta, o hanımlara takılan bir isim var, "Papatyalar..."
O tür bir yaşam halkın tepkisini çekiyor, geçim sıkıntısında olanlar, sorunları çözülemeyenler...
Özal’ın iktidarı yıllar geçtikçe, halkta bıkkınlık ve umutsuzluğu arttırıyor. "Cicim ayları" çoktan geride kalıyor.
Özal’ın iktidarı "sonbaharı" yaşıyor, oyları da düşmeye başlıyor. Bekir işte tam o günlerde bir yazı dizisi hazırlıyor Sabah’ta:
"Hasbahçede Sonbahar!.."
Çünkü, Semra Hanım ve çevresinin eğlenceleri, Osmanlı döneminin, Lale Devri’nin "hasbahçelerini" andırıyor. Halktan kopuk, kendi aleminde...
Peki, ne oluyor?..
"Yazı dizisi mahkeme kararıyla durduruluyor, durduran elbette Başbakan Özal!.."
Diziye Özal’dan gelen öfke büyük.
Yazı dizisi durdurulunca, Sabah Gazetesi ertesi gün sür manşeti patlatıyor:
"Bekir’in Yazı Yazması Da Yasak Değil Ya!.."
Yazı dizisi durdurulduğunda, Bekir’le konuşuyorum, gülüyor, herkesin o yasağı ve kendisini konuştuğu gün, tevazuyu yine elden bırakmadan:
"Yasaklasınlar!.. Biz hancı, onlar yolcu!.. Üç gün sonra, onların da iktidarı sona erer!.."
Dört, beş gündür bekliyorum...
Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinde, daha önce kazandığı seçimlerden sonra olduğu gibi, hemen hemen aynı cümlelerle "balkon konuşması" yapıyor:
"Bugün sadece Recep Tayyip Erdoğan değil, milli irade bir kez daha kazanmıştır. Sadece şahsıma oy verenler değil, oy vermeyenler de kazanmıştır. Sevenlerimiz kadar sevmeyenlerimiz de, kazanmıştır.
(...) Farklılıklarımızı zenginlik olarak görelim, birbirimizin gözlerine bakalım.
(...) Şahsıma oy verenlerin değil, 77 milyonu muhabbetle kucaklayan bir Cumhurbaşkanı olacağım".
Dört, beş gündür bekliyorum...
Erdoğan söylediği bu sözleri hiç bir zaman tutmuyor, toplumu sürekli kamplaştırıyor, sürekli "sizden ve bizden ayrımı" yapıyor, hiç bir zaman "77 milyonu kucaklayan bir Cumhurbaşkanı" olmuyor, hatta tam tersine...
Sadece "bizden olanları" kucaklıyor, ona muhalefet edenleri sürekli dışlıyor.
Bekir de, muhaliflerden biri... Atatürkçü, Cumhuriyet’in değerlerine inanmış laik bir yazar.
Dört, beş gündür bekliyorum...
Neyi bekliyorum?..
"AKP’den tek bir kişi çıksa da, Bekir’e Allah'tan rahmet dilese, yakınlarına başsağlığı dilese... Tek bir kişi!..
"77 milyonu kucaklayacağını söyleyen" söyleyen Tayyip Erdoğan, örneğin Bekir’in eşi Andre’yi arayıp, başsağlığı dilese!..
Ya da Meclis’te tek bir AKP’li çıkıp, benzer dilekte bulunsa!.."
Yok, tek bir kişi çıkmıyor. Ayıptır ayıp!..
Çünkü, Bekir kalemini kırıp, "sizden biri" olmuyor!..
Bekir’in bir yazısında geçen bir sözü var:
"Yaşamak değil, önemli olan yüreklerde iz bırakmaktır."
Bekir Coşkun Türkiye’nin yüreğinde iz bırakıyor.
Sizde bırakmış ne yazar, bırakmamış ne yazar?..
Ayıbı size yazar!..