"Dünyadaki yedi biyo-coğrafi bölgeden üçü olan Akdeniz, Avrupa - Sibirya ve İran - Turan bölgelerinin elementleri Türkiye’de bulunmaktadır. Her biyo-coğrafya bölgesi kendine has eşsiz ekosistemler barındırmaktadır. Türkiye kıtalar arasında köprü olması nedeniyle iklimi ve coğrafi özellikleri kısa mesafelerde değişmektedir. Bunun sonucu olarak, Türkiye ev sahipliği yaptığı orman, dağ, bozkır, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemleri ve biyolojik çeşitlilik bakımından küçük bir kıta karakterindedir.
(..) Türkiye bünyesindeki 167 familya, 1.320 cins ve 9 bin 996 tür ile bitki türlerinin çeşitliliği bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir." (FAO Raporundan aktaran, Ali Ekber Yıldırım, 20 Şubat 2020, Dünya Gazetesi).
Türkiye tarım açısından dünyada parmakla gösterilen bu kadar zengin bir ülke. Dünya Gıda Tarım Örgütü (FAO) 2019 yılında yayınladığı raporunda Türkiye’deki çeşitliliği ve kaynakların zenginliği öve öve bitiremiyor.
FAO boşuna övmüyor. En az altı, yedi kez gittiğim Harran’da (Şanlıurfa) ve hemen ona komşu Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği'nde gözlerimle gördüğüm için biliyorum.
O topraklar, iyi işlenir ve iyi sulanırsa, yılda üç kez ürün veriyor, üç kez. Zaten Fırat ve Dicle’nin üzerindeki "Yedi Küpeli Zincir", yani yedi baraj, sulama ve korunmalı depolama tesisleriyle birlikte, toplamında GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) o topraklardaki zenginliğe sahip çıkılması amacını güdüyor.
O bölgede Finlandiya’daki kavaklar da yetişiyor, Yeni Zelanda’daki okaliptüs de, öylesine farklı iklimlerde, öylesine verimli topraklar...
FAO’nun çalışması masa başıda hazırlanmış bir rapor değil.
Yılda üç kez ürün veren Harran Ovası, topraklar iyi işlenirse, Türkiye’yi geçiyorum, 150 milyon insanı besleyecek miktarda ürün verebiliyor.
Bu zenginlik yıllar ve yıllar boyu dünyaya örnek biçimde işleniyor.
Hiç unutmuyorum, ta 1960’ların ikinci yarısında, İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci iken, "İktisadi Coğrafya ve İstatistik" derslerinde bu zenginlik uzun uzun ve gururla anlatılıyor. Elli küsur yıl önce... "Sanayileşme adımları atan bir tarım ülkesi olarak, gıda açısından dünyada kendine yeterli yedi ülkeden biri."
Pek çok tarım ürününde Türkiye dünyada ya birinci ya ikinci ihracatçı ülke olarak dünya istatistiklerine geçiyor. İhracatta başı çekmek bir yana, çok önemli olan, "kendine yeterli" olması. Gıda ürünlerinde kimseye muhtaç olmaması. Her mevsimde, mevsime göre sebze, meyve ve tahılın yetiştiği bir ülke.
Hem içi tüketim, hem ihracat, elbette aynı zamanda çiftçiyi de, üreticiyi de mutlu ediyor.
Yetmiş, seksen yıl süren tarımda balayı son yıllarda sona eriyor.
AKP iktidarı döneminde Türkiye Hollanda büyüklüğü kadar tarımsal toprağı kaybediyor. Müthiş bir kayıp!..
Ovalar giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya...
Bu durum Türkiye’yi tarımsal ürünlerde dışarıya bağımlı hale getiriyor. Türkiye dünyada pek çok ülkeden pek çok tarımsal ürün ithal etmek zorunda kalıyor. Bu durum çiftçiyi de zorda bırakıyor.
Hayvancılığı etkiliyor. Saman ithal etmeye başlıyor Türkiye.
Koronavirüs günlerinde, virüse karşı en iyi mücadelelerden biri "iyi beslenmekten" geçiyor. Çeşitli ve iyi miktarda gıda ürünlerimizin olması, onların üretilmesi gerek. Şimdi bütün tarım uzmanları bas bas bağırıyor:
"İçinde bulunduğumuz dönem çiftçinin ekim yapma zamanı. O nedenle çiftçiyi desteklemek gerek. Kredi, tarımsal girdiler, tohumlar, saman, gübre, akaryakıt miktar fiyatları açısından. Eğer bu iki ay gerekli destek olmaz, yeterli ekim yapılmazsa, sonbahar ve kış ayları gıda açısından çok zor günlerde kalabiliriz".
Konu elbette Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’ye soruluyor. Akıl almaz bir yanıt veriyor:
"Tarımda hiç bir sorunumuz yok, eğer gıda yetişmezse, ithal ederiz!.."
Hollanda kadar tarım toprağı yok olmuş sorun yok!.. Çiftçi yoksullaşıyor, sorun yok!.. Hayvancılık ölüyor, sorun yok!..
Kırk yıldır politikayı izliyorum, kim bilir kaç tane tarım bakanı tanıyorum, "Bekir Pakdemirli gazetecilik hayatımda gördüğüm en kötü Tarım Bakanı."
İster orman yangınlarını önlemekte, ister tarımsal herhangi bir konuda düzgün bir çözüm ürettiğini görmüş değilim.
İthalat yapmayı herkes biliyor, mesele ithalat değil, bizim çiftçimizin üretmesi. Onun yoksulluğunun önlenmesi. Bizim topraklarımızın verimli işletilmesi. Çiftçi sayısı günden güne azalıyor, onlar işsiz kalıyor, tarımsal alan küçülüyor, hayvancılık can çekişiyor, ne ithalatı daha!..
Bekir Pakdemirli’nin o koltukta bir gün bile oturması hepimiz için zarar!..
Hâlâ nasıl o koltukta anlamak mümkün değil.