"İşgal etmek, hatta iç savaş çıkartmak..."
Bu kadar katı, bu kadar acımasız.
"Amerikan dış politikası".
Güçlü ya, kendine güveni sonsuz ya, teknolojinin son model silah araç ve gereçlerine sahip ya, paralı askerleri var ya...
Coğrafi anlamda kendisine uzak, yakın hiç fark etmiyor, hele de göz diktiği ülkelerde petrol ve yeraltı zenginlikleri varsa...
"Amerika o ülkeye saldırmakta bir an için tereddüt etmiyor".
Bazı düşünce kuruluşları Amerikan dış politikasını masaya yatırıyor ve bir şema çıkartıyor. O şema dış politikanın niteliğini gözler önüne seriyor.
"Amerika ülkeleri ikiye ayırıyor:
-Demokrasiler,
-Diktatörlükler".
Demokratik olanlardan da, diktatörlükle yönetilen ülkelerden de, Amerika’ya iki bağlantı var:
"-Amerika’ya dost olanlar,
-Amerika’ya dost olmayanlar".
Amerika’nın kendisine dost olan ülkelerle pek bir sorunu yok. İtiş, kakış elbette eksik değil. Bizde yaşanan örneği gibi, kendi sözünün dinlenmediği, zaman zaman diş geçiremediği gibi, "uyguladığı ambargolar" var.
Dost olan ülkelerde demokrasi ya da diktatörlük olmuş, Amerika için fark etmiyor.
Mesele, ilişki kurduğu o ülkelerde nasıl etkinlik kuracağında düğümleniyor.
"Kendisine dost olmayan demokrasileri" Amerika ikiye ayırıyor:
"-Yoksul ve petrolü ve de yeraltı zenginliği olmayanlar,
-Petrolü ve yeraltı zenginliği olan ülkeler".
"Kendisine dost olmayan diktatörlükleri" Amerika benzer biçimde yine ikiye ayırıyor:
"-Yoksul ve petrolü ve de yeraltı zenginliği olmayanlar,
-Petrolü ve yeraltı zenginliği olan ülkeler".
Demokratik ya da diktatörlük fark etmiyor ama, hem dost değil, hem de petrolü ve yeraltı zenginliği var, işte o ülkeler Amerika’nın iştahını kabartıyor.
Her iki tip ülkeye bakışı aynı:
"Mümkün olduğu kadar yararlan!.."
Amerika’nın ülkelere bakışında bir diğer ölçü "nükleer silahlar". Ülkeleri bu kez nükleer sınıflama üzerinden değerlendiriyor ve ona göre bir şemaya oturtuyor.
"Bir ülkenin nükleer silahı yoksa, o ülkeyi ciddiye almıyor.
Hele de, yoksul ülkeyse, zaten nükleer silaha sahip olması mümkün değil."
Ciddiye almasa bile, hemen öyle bırakıp gitmiyor. O ülkeleri yine de, kendi haline bırakmıyor. O ülkeler yine de, cazip olabilir. Hatta, o kadar ki, hani elde bulunsun:
"-O ülkelerde Amerikan yanlısı kukla hükümetler kurmak,
-Belki işgal etmek,
-Hatta, iç savaş çıkartmayı denemek".
Neden?..
"Amerika’nın refahı için!.."
Demokratik ya da diktatörlük...
Eğer nükleer silaha sahip ise...
"Özellikle ekonomik açıdan o ülkeleri sonuna kadar sıkıştırıyor, taciz ediyor.
Ta ki, o ülke Amerika ile iyi ilişkiler kuruncaya kadar."
Amerika’nın vazgeçilmez bir kuralı var:
"Daha fazla refah elde etmek için daha çok harcamak gerek, toplam harcamalar ne kadar çok artarsa, o ülke halkının refahı o kadar çok artıyor".
Toplam harcamaların en rahat artacağı alan neresi?..
"Savaş ekonomisi"
Neden?..
"Savaş sanayii yaklaşık iki yüz ayrı ekonomik sektörü ayakta tutuyor.
Ne kadar çok savaşırsa, o sektörler o kadar çok kazanıyor.
Dolayısıyla, halkın refahı o kadar artıyor."
Bu kuralın çok ağır bir sonucu var, insanlık dışı bir kuralı...
"Amerikan Halkının refahı başka ülkelerdeki insanların ölümleri, başka ülkelerin parçalanmaları üzerine kurulu!.."
Savaşıyor, refahı artıyor, önüne gelene saldırıyor ama...
Gittiği her ülkede başarı kazandığını söylemek zor.
Ancak, şunu yapıyor:
O ülkede ciddi siyasal ve ekonomik istikrarsızlık yaratıyor, yine de umduğunu tam olarak elde edemiyor.
Hatta, zaman zaman amaçladığı hedefin çok dışında sonuçlar alıyor. Vietnam, müdahale etmek istediği İran, Irak, saldırmayı denediği Küba ve son olarak Afganistan.
"Afganistan’da rezil oluyor, üstelik öyle rezil olmak ki, yirmi yıl savaştıktan sonra, bir ülkeyi terör örgütüne teslim ediyor".
Hani derler ya...
"Savaş alanında silahlarını bırakıp kaçtı diye..."
Prestij, saygınlık yerlerde, bir kez daha rezil olmak...
Ama ne beis, trilyon dolarlar harcadı...
Bu da, Amerikan refahına katkı sundu.
Ek bir not:
Amerika’yı yöneten, yönetimin önemli mevkilerinde bulunan Başkan ya da Savunma Bakanı ya da Dışişleri Bakanı o sözü hep söylüyor:
"Savaş bizim refahımızı arttırıyor."
Benim değil, onların sözü!..
Öte yandan, Afganistan’da öyle bir çuvallama ki...
Şubat 2020’de, başarısızlığı gören Trump, Afgan hükümetini dışlıyor ve Taliban ile masaya oturuyor. Neyin pazarlığını yapıyor?..
"1 Mayıs 2021 tarihine kadar Amerikan askerlerini geri çekmeyi ve beş bin tutuklu Taliban üyesini serbest bırakacağını söylüyor."
Trump yaklaşık on bin askeri geri çekiyor.
Biden yönetime gelince, o da kalan askerleri 15 Ağustos 2021’e kadar çekeceğini ilan ediyor.
15 Ağustos... Taliban Kabil’i ele geçiriyor.
Ve o teknoloji, o karşılaştırılmaz güç bir terör örgütü karşısında çöküyor.
Onca teknik ve askeri yardıma rağmen, Afgan Ordusu Taliban’a neden karşı koyamıyor?..
"Çünkü, hem Afgan Hükümeti, hem Afgan Ordusu boğazına kadar yolsuzluğa batmış durumda. Ülkenin savunması, ayakta kalmak onların umurunda değil."
Ama, şimdi Taliban ile birlikte yolsuzlukla edinilen varlıklar ne ölçüde işe yarayacak, o da ayrı.
Afgan Ordusu'ndan artık hayır yok, çünkü öyle bir ordu yok.
"Yolsuzluk..."
Ne biçim, akla hiç gelmez nasıl sonuçlar veriyor, örnek işte Afganistan.