Türk futbolunda Susurluk.
1996’da Susurluk’taki kazada devlet-siyaset-mafya ilişkileri açığa çıkıyor. Galatasaray-Trabzonspor maçında da, siyaset-futbol-kötü yönetim ilişkilerindeki perde kalkıyor, siyaseten, ahlaken ve spor olarak.
Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerden insan haklarına, ekonomiden iç ve dış politikaya uzanan çürümüşlüğün son halkası Galatasaray-Trabzonspor maçında yaşanıyor. Bu maçla bizdeki futbolun kirli çamaşırları ortalığa saçılıyor.
Türk futbolunda Gezi.
2013’te Gezi direnişi siyasal iktidara “her istediğini pervasızca yapamayacağını” gösteren tarihsel bir protesto. Trabzonspor oyuncusu Salih Dursun’un hakeme gösterdiği kırmızı kart, futbol sahalarında herkesi bıktıran haksızlıklara, bildiğini okumaya dönük tarihsel ve simgesel bir protesto.
Geçen hafta beş eski Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı spor basınıyla sohbet düzenliyor. Aralarında en deneyimli hakem ve başkanlardan biri olan Hilmi Ok söz alıyor:
“MHK Başkanı Kuddusi Müftüoğlu’na defalarca haber gönderdik. Hakemlikte işler çok kötü gidiyor, bizleri toplayıp sohbet etsin, diye. Cevap bile gelmedi, dönüp aramadı bile. Ben 84 yaşındayım, herhangi bir beklentim filan yok ve olamaz. Ben bu kadar futbolu bilmeyen, becerisi kıt hakemler görmedim. Sistemi kurtarmak gerek, ne yazık ki, hiç bir şey yapılmıyor.”
Bir zamanların iyi hakemlerinden Hilmi Ok iyi niyetiyle boşuna çırpınıyor, çünkü pek çok siyasi ve sosyal kurum gibi, “MHK da AKP’nin çiftliği” konumunda.
MHK bir başkan ve sekiz üye ile birlikte, dokuz kişiden oluşuyor. MHK’nın şu siciline bakın:
-Başkan Kuddusi Müftüoğlu AKP Alanya Belediye Başkan aday adayı.
-Diğer sekiz üyeden sadece Bünyamin Gezer bilinen bir hakem. Diğerleri hakemlikte iz bırakmayanlar. Bazılarının MHK’ya yine siyasi tercihle seçildiği önü sürülüyor, bazıları hakkında şikayetler var.
MHK bu haliyle oluştuğu zaman spor kamuoyunda büyük tepki topluyor.
Futbolda AKP’nin asıl arka bahçesi Türkiye Futbol Federasyonu. Başkandan üyelerin belirlenmesine kadar Federasyonda AKP baş rolde.
Salih Dursun’un Galatasaray-Trabzonspor maçının skandal hakemi Deniz Ateş Bitnel’e kırmızı kart gösterdiği sahne dünya basınında geniş yer alıyor.
Amerika’dan Avrupa’ya, Das Bild ve The Sun gibi popüler gazetelerin yanı sıra, dünyanın en ciddi yayın organları, Der Spiegel, The Guardian, The Independent, Die Welt gibi gazetelerde Salih Dursun’un hakeme kırmızı kart gösterdiği sahne “dramatik, tuhaf, çılgın, çıldırtıcı, eğlenceli bir parti” olarak niteleniyor. “Hakem Bitnel şakadan anlamıyor” alayları da cabası.
Çünkü, dünya futbol tarihinde örneği yok.
“Dramatik” olan bir başka konu, dünya basın organlarının sitelerinde kırmızı kartların öyküsünü okurken açılan bir “yan pencerede”.
O yan pencere Türkiye. Orasını tıkladığınızda, son Ankara ve Sultanahmet saldırıları dahil terör, iç savaş, Suriye ile savaş senaryoları ve son aylarda yaşadığımız ne kadar kaos varsa, hepsi yer alıyor.
“Böyle ülkenin futbolu da böyle olur” dercesine.
1997 Liverpool-Arsenal maçı. Liverpool oyuncusu Fowler Arsenal kalecisi Seamon ile karşı karşıya kalıyor, Seamon Fowler’in ayaklarına yatıyor, Fowler kalecinin üstünde atlıyor, ama yere düşüyor. Hakem penaltı veriyor.
Fowler hakeme itiraz ediyor, “penaltı yok, kaleci bana temas etmedi.” Hakem kararından vazgeçmiyor.
Penaltı için topun başına Fowler geliyor ve topu kaleciye yuvarlıyor.
Ertesi gün UEFA’dan Fowler’e fair play övgüsü geliyor, “futbolun saygınlığını arttırdı.” Centilmenlik, sportmenlik, ahlak örneği.
Hakem Bitnel’in Galatasaraylı Umut’un düşmesi ile ilgili verdiği penaltı, penaltı değil. Trabzonlu Cavanda topa müdahale ediyor, Umut’a değil.
Ama, Umut hem kendini yere bırakıyor, hem de “penaltı değildi” diye hakemin hatasını düzeltmiyor. Bu da bizdeki spor ahlakı.
Ya penaltıyı atan Selçuk? Nerede spor ahlakı, centilmenlik, fair play, Arena’dan çok mu uzak? Evet, çok uzak.
Selçuk, Fowler gibi, penaltıyı kaleciye teslim etse ya da dışarıya atsa ne olurdu? Centilmen olurdu, sporcu olurdu. Ahlak yerini bulurdu.
Galatasaray belki iki puan kaybederdi ama, Selçuk iki yüz puan alır, bizim futbol tarihimize geçerdi. Ama yok, işte bu kadar. Türkiye’de “eşit kaplar” teorisine denk düşen bir örnek.
Maç Susurluk üçgeni, maç Gezi protestosu, bir de maç sonrası skandal var. Ona da imza atan, egosu kendinden menkul Mustafa Denizli.
Maçtan sonra söylediklerine bakın:
“Hakem kararlarıyla ilgili pozisyonları tekrar izleyemedim. O kalabalığın içinde bir şeyler oldu sanırım, ama ne olduğunu bilemiyorum, kırmızı kartların neden çıktığını ben bilemem. Şartlar ne olursa olsun, üç puanı biz aldık”.
Yuuuh… Pes… Bir de üç puan almakla övünüyor. Neden “yuuuh”, şundan “yuuuh.”
Aynı Mustafa Denizli Beşiktaş-Galatasaray maçından sonra:
“Maçı değerlendirdiğimiz zaman nelerin çalınıp nelerin çalınmadığını biz biliriz. Çalınan çalınmayan düdükleri biz görürüz”.
Tespiti devam ediyor:
“Herkes atlar ama, ben atlamam. Hakem Mete Kalkavan bir oyun nasıl kıymık kıymık kesilir, gösterdi. Biz bunları atlamayız”.
Helal olsun sana Denizli, işine geldiğinde gözlerin fer fecir okur, “herkes atlar” sen “atlamazsın”, işine gelince “sanırım… bilemiyorum … bir şeyler oldu” gibi teklemeler.
Balık baştan kokuyor. Hocası böyle ise, var sen Umut’u, Selçuk’u hesap et.
Mustafa Denizli senin onca kariyerin var, onca deneyimin, şimdi tökezliyor olabilirsin ama, başarıdan başarıya koştuğun yıllar var, iki puan için değer mi böyle kıvırmak?
Bir kırmızı kart da sana Mustafa Denizli, sana.
Son olarak, bu kez övgü ve teşekkür Trabzonspor Başkanı Muharrem Usta’ya.
Maç sonrası uzun yıllardır hiç bir başkandan görmediğimiz ölçüde soğukkanlı, aklı başında, taraftarı sükunete çağıran açıklaması için teşekkürler. Bir fair play örneği.
Darısı Denizli ve benzerlerinin başına.