"-Çadır...
-Karakol...
-Üç ihbar...
-35 kurşun...
-Bir günlük gözaltı..."
Bu beş unsur bir araya geliyor. Ama, önce ilk dördünden yola çıkmak gerekir ki, "planlı cinayetin ve daha da ötesi, bir katliam planının" adım adım anatomisi yapılabilsin.
HDP İzmir İl Binasında işlenen cinayet sonucu, masum genç bir kız Deniz Poyraz hayatını kaybediyor.
Katilin fotoğraflarına bakınca, insanın ürpermemesi elde değil. Elindeki silahla verdiği poz, o pislik sakalı, gözlerindeki nefret, verdiği Kurt işareti katilin sıradan biri olmadığını, "bu ve benzer cinayetler işlemek için eğitildiğini" ortaya koyuyor.
Zaten ifadesinde de, "kimi bulsam ateş edecektim" diyor.
Planlı cinayete giden yolda, katilin HDP İl Binasının çevresinde daha önceden bir kaç kez "keşif" yaptığı belirleniyor.
HDP İl Binasının önüne bir çadır kuruluyor.
"İzmir'de çadır kuracak başka yer kalmadı da, neden HDP İl Binasının önüne kuruluyor?.."
Çadıra kimin geldiği, kimin gittiği belli değil.
Muhtemelen katil de, o çadıra gelmiş olabilir.
Gelmiş ya da gelmemiş ama, o çadırın orada işi ne?..
İzmir Emniyeti ya da Valiliği buna açıklık getirmek zorunda.
Cinayetin anatomisinde ikinci adım, HDP İl Binasının önünde kurulan karakol".
İl binasının hemen önünde.
"Buraya saldırı olabilir" ihtimaline dayanan İzmir Emniyeti, oraya bir karakol dikiyor.
Karakolda polisler var, üstelik katil binaya girerken, polisler yine orada.
O kadar polis orada görevli iken, katil nasıl oluyor da, binaya girebiliyor?..
Karakol zaten var. Bunun ötesinde...
"HDP İzmir İl yöneticileri emniyete üç kez ihbarda bulunuyor".
Ne ihbarı?..
"Binamıza saldırı olabilir" ihbarı.
Tahminleri ne yazık ki, doğru çıkıyor ve saldırıya uğruyorlar.
Bu durumda, katilin yargılanma sürecinde, HDP İl yöneticilerinin mutlaka ifadelerine başvurmak gerekiyor.
"Onlar saldırı duyumunu neye göre, kimden ya da kimlerden alıyor ve emniyete ihbarları ilettiklerinde, yetkililerin verdiği yanıtlar ne?.."
Bunların ortaya çıkması gerek.
Katil binaya girdikten ve Deniz Poyraz'ı öldürdükten sonra, bina içinde odaları tek tek arıyor, oda kapılarını açmak için kurşun sıkıyor.
Yapılan incelemede belli oluyor ki, "katil bina içinde 35 kurşun" sıkmış. Yani, teçhizat yerinde!..
O silahı ve kurşunları kimden almış?.. Satın aldıysa, hangi parayla?.. Satın almadıysa, kimden?..
İfadesinde yer aldığı gibi, oraya aslında "planlı bir katliam amacıyla" gitmiş.
Peki, kim yetiştirmiş bu katili?.. Nerede yetişmiş bu katil?..
"-Böyle soğukkanlı...
-Böyle planlı...
-Böyle teçhizatlı...
-Böyle düşmanca..."
Ayrıca işi gücü var mı, bir yerde çalışıyor mu?.. Çalışmıyorsa, kim ya da kimler besliyor?..
Bunun gibi, yetiştirilen başka gözü dönmüş caniler aramızda dolaşıyor olabilir mi?..
En basit nedenle gözaltına alınanları polis en fazla 24 saat tutabiliyor. Ama, genellikle ek süre isteniyor ve gözaltı süresi uzatılıyor.
Bazen kasıtla...
Bazen gözaltına alınan kişinin ayrıntılı ifadesine ulaşmak amacıyla...
Sorgu uzayınca, gözaltındaki kişinin verdiği ifade, olay ne ise, o olayla bağlantılı gerçeklerin aydınlatılmasına katkı sağlayabiliyor.
Ancak...
"Deniz Poyraz'ın katili poliste 24 saat bile gözaltında tutulmuyor, acele savcıya gönderiliyor, savcı mahkemeye ve mahkemede tutuklama..."
Tutuklanması elbette iyi de, bütün bu sürecin fazla hızlı işlemesi, avukatların dikkatini özellikle çekiyor.
Cinayetin, dışarıdan bakınca, görünüşü bu çerçevede.
İzmir'den bir an için Ankara'ya dönersek...
Cinayetin işlendiği gün, yani önceki gün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin olağan toplantı günü.
"Ancak, Meclis toplanamıyor, Başkanlık Divanı'nın oluşmadığı" gerekçesiyle.
Oysa tam da, böyle bir günde, İzmir'de saldırı sonucu, siyasi bir cinayetin işlendiği gün toplanması çok anlamlı olmaz mıydı?..
Başkanlık Divanı neden oluşmuyor?..
Bir gün önceden toplanmayacağı belli. Çarşamba günü bir yasa kabul ediliyor, ertesi gün iktidar partileri Meclis'i toplamıyor. Zaman zaman AKP ve MHP'nin "rutin tavrı".
Ne var ki, toplanmayacağı belli olmasına rağmen, cinayetin işlendiği gün Meclis'i toplamaları "yerinde" olmaz mıydı?..
Olmazdı!..
Çünkü, "o sıcak günde" Meclis'te cinayetin konuşulmasını istemiyor olabilirler. Meclis'te o konuşmalar ister istemez önümüzdeki salı gününe kalıyor.
Herkes cinayetin "bir provokasyon" olduğunu söylüyor.
Peki, öyle olsun!..
Ya bundan sonra benzer cinayetler işlenirse?..
"Siyasi parti liderlerine ve üyelerine karşı girişilen linç girişimlerinin son zamanlarda artmış olması kimseyi tedirgin etmiyor mu?..
O saldırıların hepsi 'bu bir provokasyondur' deyip geçiştirilecek mi?.."
Oysa, Türkiye "bir provokasyonu" çoktan aşan siyasi bir tehdit altında.
İki türlü.
Biri doğrudan "HDP'ye yönelik" arkası kesilmeyen tehditler. HDP'li belediye başkanları görevden alınıyor, HDP'li belediye başkanları, milletvekilleri, belediye meclis üyeleri, partili üyeler tutuklanıyor, yetmiyor, HDP'yi kapatma davası açılıyor, yetmiyor, binalarına doğrudan saldırılar düzenleniyor.
Yetmiyor, hemen her gün yüksek sesle ve de Meclis'te HDP'lilere hakaretlerin arkası kesilmiyor.
Bunun sosyolojik ve siyasal tercümesi var:
"-HDP hukuk rejiminin, siyasal rejimin, demokratik sistemin dışına itilmek isteniyor.
-Aynı anda, HDP'ye oy veren, Kürt olsun olmasın, altı milyon insan ötekileştiriliyor".
Toplumu kutuplaştırmakta, bizim tarihimizde eşine rastlanmayan bir siyaseti AKP ve MHP ortaklaşa yürütüyor.
HDP demokratik siyasetten vazgeçmeyeceğine göre, bütün bu faaliyetlerden nasıl bir siyasal kazanç elde edebileceklerini düşünüyorlarsa!..
"Tam bir kör uçuş!.."
Saldırılara bakıldığında, tehdit sadece HDP ile sınırlı değil. Şu ya da bu biçimde saldırıdan nasibini herkes alıyor.
"Toplum ve siyaset tehdit altında, 'bu bir provokasyon' deyip, geçmek yanlış".
Çözüm denemesi olarak:
"-Meclis'te olsun olmasın, oy oranı şu olsun olmasın, AKP ve MHP ile onları destekleyen bir, iki küçük parti dışında, var olan bütün siyasal partilerin, bütün muhalefetin bir araya gelmesinin zamanıdır.
-Armudun sapı, üzümün çöpü demeden, aralarındaki ince ya da kalın bütün siyasal farklılıkları, kişisel anlaşmazlıkları bir kenara koyup, TOPLUCA BİR MUHALEFET yürütmelerinin artık zamanıdır.
-Yirmi partiyse yirmi, otuz partiyse otuz partinin bir araya gelmesinin zamanıdır.
-Demokratik bir mücadele için.
-Her yönüyle ve her alandaki çok ağır tahribata demokratik olarak son vermek için".
Yaklaşık yüz seksen yıl önce Karl Marks'ın yaptığı çağrı ne?..
"Dünyanın bütün işçileri, birleşin!.. Zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz kalmadı".
Muhalefete benzer bir çağrının tam zamanı.
"Hukuk kalmadı, adalet kalmadı, özgürlükler kalmadı, çevre kalmadı, dış politika kalmadı, siyaset alanı daralıyor, yolsuzluk iddiaları kol geziyor".
Marks'ın çağrısını hatırlamanın zamanı:
"Türkiye'nin bütün muhalefet partileri, bütün sivil toplum örgütleri, demokrasiye inanan bütün bireyleri birleşin!.."