Üniversitede büyük anfinin bir köşesinde oturan öğrenci teneffüste sınıftan dışarıya çıkıp nefes almak yerine, önündeki “Yön” dergisini okumayı tercih ediyor.
“Yön” 60’lı yılların ikinci yarısında düşünce dünyamızı zenginleştiren, milli petrolden Amerikan üslerine kadar pek çok konuda derin tartışmalar açan, tabuları kıran bir dergi. Türk düşünce hayatını, Türkiye’deki aydınlanma hareketini incelemek, öğrenmek isteyen herkesin vazgeçilmez kaynağı. 60’lı yılların simgesi.
O yılların gençlik hareketlerinde vazgeçilmez diğer kaynak FKF, Fikir Kulüpleri Federasyonu. Sosyalist görüşte olan gençlerin buluştuğu yapı.
Yine o yıllarda tabuları kıran, yasakları delen, hepimizin gözlerini açan siyasal parti TİP, Türkiye İşçi Partisi.
“Yön” Dergisini okuyan öğrenciyi o teneffüste ilk fark eden, aynı sınıftan bir başka öğrenci, Burhan Şenatalar.
Burhan, aynı zamanda benim Alman Lisesinden arkadaşım, o öğrenciye yaklaşıyor, sohbete başlıyor.
Adı Fahrettin, soyadı Yağcı. Rize’nin bir kasabasından geliyor. Güler yüzlü, sakin biri.
Sohbet kısa sürede derinleşiyor, birkaç gün sonra Yön, FKF, TİP sohbetin ana konularına dönüşüyor.
O gençlik yıllarında, hele de 60’larda, öğrenciler arasında karşılıklı güven duygusunun oluşması pek güç değil.
Fahrettin FKF üyesi, TİP üyesi.
Bizim aramıza katılması zaman almıyor.
Burhan ve Fahrettin ile birlikte ben ve bir iki arkadaş daha harika bir ekip oluşturuyoruz. Zaman içinde o ekibe katılan ya da ayrılanlar var. Katılan, örneğin Cengiz Arın.
Ancak, ana çekirdek, temel üçlü bozulmuyor, daha sonraki yıllarda Cengiz’le birlikte temel dörtlü haline geliyor bizim ekip.
Ekibe girenler, çıkanlar var, hepsi dost insanlar. Hepsi düşünen, analiz eden, ülkeyi ve dünyayı kavrayan insanlar.
Bulundukları görevlerde başarıya ulaşmış, topluma mal olmuş insanlar.
Belirttiğim o temel üçlü, dörtlü ya da katılanlarla birlikte biz ne yapıyoruz?
Birlikte kitap okuyoruz.
Birlikte sinemaya gidiyoruz.
Birlikte tiyatroya gidiyoruz.
Birlikte eylemlere katılıyoruz.
Her sefer bol bol tartışıyoruz.
Görkemli 60’lar... Türkiye’ye ve dünyaya damgasını vuran, çığır açan 68’li yıllar...
O düşünce zenginliğine kapılmamak, o eylem birliğinde nefes almamak mümkün değil.
Hep birlikte, güle, oynaya.
Bir kitap mı okuyoruz, ideolojik ya da klasik bir roman, düşünceleri ya da romanın kahramanlarını didik didik edene kadar herkes fikrini söylüyor. Fikirler bazen örtüşüyor, bazen ters yönde uçuşuyor, ne gam, daha keyifli.
Arada şakalar eksik değil, bazen bol gırgır.
O sohbetler dünyaya açılan, bizi kendi içinde besleyen, aynı anda aramızdaki bağları daha da güçlendiren, aradan yarım asır geçmiş olsa bile, tadı hala damağımda, belleğimden hiç silinmeyen sahneler.
Aradan yarım asır geçmiş olsa bile, en küçük bir çentik yemeden, süren dostluklar.
Neden bu kadar pür, bu kadar saf?
Aramızda hiç bir çıkar ilişkisi yok. Tek çıkar, fikir paylaşmak, tek çıkar karşılıklı güven ve saygı. Yarım asırda zerre kadar sarsılmayan bir güven. İç dünyamızı hiç hesapsız birbirimize açtığımız, birbirimize danıştığımız bir çatı.
Hiç gam yemeden, kendisiyle dalga geçen bir ekip. Elbette hep dünya hep Türkiye değil, kişisel dertlerin de, başı dolu başı boş, ortaya döküldüğü bir çatı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra Fahrettin Londra’ya doktoraya gidiyor. Devletten kazandığı bursla, önce İngilizce öğreniyor, sonra dünyanın en gözde ekonomi okulunda LSE’de, (London School of Economics) doktora yapıyor.
Türkiye’ye döndükten sonra Devlet Planlama Teşkilatı, İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi derken, Dünya Bankası'na uzman olarak kabul ediliyor.
Fahrettin, Burhan, Cüneyt (Akalın) ve ben İstanbul’da Bebek Parkında buluşuyoruz. Ben o sırada Ankara Cumhuriyet’te Temsilciyim.
Sırf bu buluşma için İstanbul’a geliyorum.
Parkta tam dört saat tartışıyoruz.
“Sen Dünya Bankası'na nasıl gidersin” sorusu etrafında odaklanan bir tartışma.
Hatta, sorgulama.
Havada uçuşan sözler bir felaket. Söylenmedik söz yok. O yanıtladıkça, biz daha çok üstüne gidiyoruz. O farklı bir açı getirdiğinde, biz üç gerekçe daha sıralıyoruz.
Dört saatlik inanılmaz hesaplaşmadan ortaya müthiş bir sonuç çıkıyor.
Fahrettin yine gidiyor, ama o tartışma bizi birbirimize daha çok kenetliyor. Sonraki yıllarda olduğu gibi. Kimse kimseye alınmıyor.
İnsan anasına, babasına, kardeşine kırılıyor, küsüyor, üzülüyor. Bizim ekip bunlardan azade.
Fikir ister aynı, ister çok ayrı, hiç fark etmiyor, şunu dedi, bunu yaptı, hiç fark etmiyor, Fahrettin’e kızmak, kırılmak ya da onun bizleri kırması yarım asır içinde söz konusu değil. Kolay rastlanacak bir dostluk örneği değil.
En ters lafı yüzüne söyle, en ters davranışla, hiç fark etmiyor, öylesine bir güven, çünkü herkes biliyor, bir başka hesap yok, hepsi içinden geldiği gibi. Kuyusunu kazmak, kazık atmak, ince hesap peşinde koşmak, onlar başka dünyanın adetleri. Bizim defterde yazmıyor.
Fahrettin Dünya Bankası'nda Afrika’da bazı geri kalmış ülkelere kalkınma planları hazırlıyor. Son olarak, emekli olduğu halde, daha geçen yıl Irak’ta benzer bir görev üzerinde çalışıyor.
Yılda bir kaç kez Türkiye’ye geliyor. Ara sıra biz Amerika’ya gidiyoruz. Yazlar ayrı bir keyif, eşi Yıldız ve iki oğlu ile Türkiye’ye geldiklerinde birlikte tatillere çıkıyoruz.
Her karşılaşma bir heyecan, bir şölen. Dünya, Türkiye, sanat, edebiyat ve elbette kişisel durumlar yine masada, her konuda atış serbest.
Yine hiç kimse, kimseye kırılmıyor, kimse kimseyi üzmüyor. Ne söylenirse söylensin, herkes biliyor ki, bir kasıt yok, bir ima yok, içten gelen düşünceler. Ama ideolojik, ama kişisel. Gülerek, oynayarak, hepsinden dersler çıkartarak.
Fahrettin’deki ahlaki değerler, dürüstlük, “düzgün bir insan” olmanın kendisine ve çevresine kattığı zenginlik, aklı ve bilgisiyle birleşiyor, hepimizi etkiliyor.
Cıvıl cıvıl bir zeka.
Ve...
O amansız hastalığa yakalanıyor.
Dört, beş yıl uğraşıyor, uğraşıyor. Elbet yalnız bırakmıyoruz ama, ne çare.
Belki fazla kişisel ama, hele de bugünlerde, mumla arasan bulamazsın, çok farklı bir örnek.
Ve...
Bilmenizi istedim, bilmeye değer.
Bu dünyadan “bir adam” geçti.
NOT: Yaklaşık dokuz aydır, haftada beş gün sizlerle birlikte oluyoruz. Şimdi izninizle. Haftaya görüşmek umuduyla, bayramınız kutlu olsun.