Suçları aslında “dayanışma” değil, tutuklanmaları için o bahane. Ve o bahanenin altındaki asıl hedef, topluma gözdağı vermek.
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin tutuklanıyor.
Cumhuriyet tarihinin en akıl almaz tutuklamalarından birini daha yaşıyoruz. Sık sık ve en çok ceza alan gazetelerin başında gelen Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmaya giriyor bu üç kişi. Gazeteci olsun olmasın, pek çok kişi gibi.
Dayanışma ne, ertesi gün yayınlanacak gazeteyi yapmak. Bu kadar masum, bu kadar kimseyi incitmeden, bu kadar camları kırmadan, bu kadar çimenleri ezmeden.
Sen misin dayanışmaya giren? Haydi bakalım, “terör propagandası” suçlamasıyla, eller kelepçeli, doğru cezaevine. Tam baskı rejimi.
Amaç toplumda herhangi bir biçimde oluşabilecek muhalefet bloğunu önlemek.
Prof. Fincancı birkaç ay önce, Cizre’ye gidiyor. Hem doktor, hem Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı. Yakıp yıkılan Cizre’den yazdığı bir rapor var, korkunç. Doktor olarak ve insan hakları savunucusu olarak, gördükleri ve izlenimleri korkunç.
İktidar o rapora takıyor, yani Prof. Fincancı’ya ki, tıp dünyasında saygın bir bilim insanı.
Erol Önderoğlu AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı sürekli topa tutan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi. İktidarı ciddi rahatsız eden bir uluslararası örgütün temsilcisi.
Demokratik değerleri en üstün tutan, sonuna kadar insan haklarını ve savaş koşulları dahil, dünyanın her yerinde gazetecilerin özgürlüğünü savunan bir örgütün Türkiye temsilcisi. Gözler onun üstünde.
Ahmet Nesin ise, yazar ve gazeteci, iktidarı sürekli eleştiriyor. Kendi sitesinde yazdığı yazılar muhalif kimliğini yeterince açıklıyor.
Türkiye ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler açısından en ağır dönemlerinden birini değil, en ağır dönemini yaşıyor.
Avrupa Birliği hele de son zamanlarda sık sık aynı vurguyu yapıyor, “Terör Yasasını değiştirin, o demokratik toplumlarda yeri olmayan bir yasa.”
AKP değiştirmiyor, değiştirmediği için AB vize serbestisini askıya alıyor. Yasa demokrasiye ve insan haklarına bütünüyle aykırı.
Şimdi o yasa çerçevesinde Fincancı, Önderoğlu ve Nesin hapse atılıyor.
Terör yasasını AKP işte bu nedenle değiştirmiyor, gazetecilik dahil, her ağzını açanı, ağız açma bir yana, dayanışma gösterenleri bile içeri atmak için.
Sadece gazetecilere değil, toplumun tamamına gözdağı.
Bu yasa öyle esnek ki, herkesi, herhangi bir nedenle “terör propagandası yaptı” diyerek, içeri atmak mümkün.
Zaten öyle oluyor.
Pek çok örneği var ama, bu tutuklamalarla birlikte, Türkiye’de faşizm artık tescil edilmiş bulunuyor.
Her uygulama kitaplardaki faşizm tanımlamalarına denk düşüyor. Bir siyasal bilimci olan Lawrence Britt tarihteki çeşitli faşist yönetimleri inceliyor. Hitler, Mussolini, Franco, Salazar, Suharto (Endonezya diktatörü) rejimlerini.
Ve faşizmin ortak noktalarını buluyor. Şöyle:
İnsan haklarını küçümsemek. Milli güvenlik kaygısını sürekli işleyerek, hatta kitleleri işkenceyi, fail-i meçhul cinayetleri bile kabul ettirecek duruma getirerek.
Bütün bunların sonucunda ortaya “suskun bir toplum” çıkıyor, haklarına sahip çıkamayan, iktidara esir düşmüş bir toplum.
Nasıl, hiç yabancı gelmiyor, değil mi?
Özgür Gündem gazetesinin pek çok yayınına, görüşüne katılmıyorum.
Ama, mesele katılıp katılmamak değil. Mesele, o gazetenin düşüncesini istediği gibi yayınlamak hakkı. Mesele o hakkı tanımak. Mesele o dayanışmaya saygı göstermek.
O saygıyı gösteren insanlar, meslekleri ne olursa olsun, Özgür Gündem’e getirilen sınırlamalara ve cezalara karşı çıkıyor.
Demokratik direniş, demokratik dayanışma.
O dayanışmaya katılan insanların bir bölümünü tanıyorum, onları terör propagandası ile suçlamak dünyanın en garip işlerinden biri.
Daha önemlisi, onların Özgür Gündem’in savunduğu düşüncelerle ilgisi yok. O düşünceleri paylaşmıyorlar. Ama, Özgür Gündem’in yayın özgürlüğüne sahip çıkıyorlar. İfade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne sahip çıktıkları için tutuklanıyorlar.
Bu tutuklamalar kimseyi sindirmiyor, tersine insanları daha bilinçlendiriyor.