Karadeniz kıyısında bir ilçe, Karadeniz’in doğusunda. İnsanlar bir kahvede oturuyor ve aralarında dertleşiyor.
Bu olay gerçek, ayniyle vaki.
Kahvedekilerden birisi: “Artık geçinemiyoruz, para hiçbir şeye yetmiyor, tabii bunun sonucunda karıyla her gün kavga ediyoruz.”
Diğeri: “Bir kaç aydır bizim eve et girmiyor.”
Bir başkası: “Oğlan üniversiteyi bitirdi, evde oturuyor, iş yok.”
Bu konuşmalar böyle devam ediyor, halinden şikâyetçi olmayan yok.
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yaklaşıyor o sırada. Sohbet seçimlerden açılıyor. O ilçede kurulduğundan bu yana milletvekili seçimlerinde, referandumlarda AKP uzak ara hep birinci parti çıkıyor, belediye yine on beş yıldır AKP’de.
“Seçimde kime oy vereceğiz” sorusu ortada, AKP tartıda.
Derken haberler başlıyor. Kahvedekiler malum kanallardan birinde akşam haberlerini izliyor. O sırada dolar, TL karşısında fırlamış durumda. Ekranda Erdoğan ateş püskürüyor:
“Onların doları varsa, bizim Allah’ımız var”.
Halinden şikâyetçi olan kahve halkı bir anda büyük çoğunlukla ayağa fırlıyor ve “helal olsun” naraları arasında Erdoğan’ı alkışlıyor.
Orada oturanlardan biri ki, o da AKP’ye oy veriyor, ayağa kalkıyor, “ya siz biraz önce iş yok, geçinemiyoruz, diye şikâyet etmiyor muydunuz” dediğinde, ona itirazlar yükseliyor:
“Sus Allah çarpar.”
Cumhurbaşkanlığı seçiminde o ilçede oylar yine Erdoğan’a ve AKP’ye çıkıyor.
İşte, Türkiye gerçeği.
Bugüne, yani son iki aya kadar “gerçek” bu.
Aynı ilçedeki olaya devam ediyorum ki, yine ayniyle vaki, bütünüyle gerçek.
Geçenlerde ilçenin sakinleri, her zaman olduğu gibi, yine aynı kahvede bir arada.
İçlerinden biri “daha büyük işler” yapıyor. Rusya’dan kömür ithal ediyor ve bunu Türkiye’nin değişik yerlerinde, farklı mallar üreten fabrikalara satıyor.
Ancak…
“İthal ettiği kömürün artık sadece yarısını satabiliyor, çünkü fabrikalarda üretim yüzde kırk oranında düşmüş durumda.”
Kahvede arkadaşlarına bunu anlatıyor, diğerleri başka güçlüklerden söz ediyor.
Sohbetin ana konusu yine seçimler, 31 Mart yerel seçimleri. Yine şikayetler, yine geçinme derdi, değişen hiçbir şey yok, hatta halleri, vakitleri daha da kötüye gitmiş.
Yine haber saati, Erdoğan yine ekranda.
Bu kez manavı, kasabı, marketleri suçluyor, onlara “terörist” damgası bile vuruyor:
“Allah’ın izniyle bunların hakkından geleceğiz.”
Bu sefer kimsenin kılı kıpırdamıyor. Ne alkış, ne “helal olsun” lafları.
Günümüzdeki Türkiye gerçeği bu.
O laflara herkesin karnı artık tok.
Kral artık çıplak.
Anlatılan “yüzde kırk oranındaki üretim düşüşü” Türkiye’nin tamamına yansıyor.
Sanayi üretimi yüzde 9.8, imalat sanayi üretimi yüzde 10.8 düşüyor. Ara malı üretimi yüzde 14.9, sermaye malı üretimi yüzde 8.6 düşüyor.
Tam kriz.
Hazine Bakanı Damat Beyin “dengeledik, dengeliyoruz” lafları havanda su dövmekten başka bir şey değil.
Köşelerini korumak adına, ona yalakalık yapan “kaztecilerin” kulakları çınlasın.
Üretim düşünce, satışlar azalınca, ne oluyor?..
İşsizlere yeni işsizler ekleniyor.
Ve işsizlik, resmi rakamlarla 4 milyona, geniş işsizlik ise, yani iş bulsa çalışacak ama, iş bulma kurumuna başvurmayanlarla birlikte 6 milyon 117 bine vuruyor.
Ve onların bir milyon 32 bini üniversite mezunu.
Cari açık, iç ve dış borçlar, ödenemeyen senetler, üretimi düşüren fabrikalar, konkordato ilan eden firmalar, kepenk kapatan dükkanlar…
Bu tam bir iflas, bir iktidarın iflası.
Bunun siyasal faturası olmaması imkansız, o ünlü deyimle, “fıtrata aykırı.”