“Suriye ve Rus Genelkurmay Başkanlıkları Türkiye’deki tartışmaları rahatlık içinde izliyor. Ellerinde halen Nuh-1 ve Nuh-2 denilen iki planları var. Bu planların temel amacı şu. Türkiye’den Suriye’ye askeri bir harekat olursa, Rus desteği ile Suriye Ordusu Türkiye’deki büyük barajlara füze saldırısı yapmayı, barajları yıkmayı hedefliyor.” (MHP Milletvekili Ümit Özdağ, TBMM Tutanağı, 9 Şubat 2016)
Duydun mu AKP? Savaşın nelere mal olacağını hesaplamadan tam kör uçuş halinde dört nala savaşa doğru yol alıyor bunlar.
Önce insanı unutarak. Kaybedeceği insanları hesaba katmayarak.
Sonra bir savaşta barajlar, köprüler, santrallar, rafineriler, hava alanları gibi en stratejik noktaların vurulacağını unutarak.
Hesaba kitaba sığmayan bir maliyet. Ne uğruna olduğu çok tartışmalı. Ve bir de savaş sonrasının bilinmeyen sonuçları.
Savaş mı, çıldırmış olmalı savaşı düşünenler.
Türkiye’nin bugünkü macerası tek bir nedene dayanıyor:
Orta Doğu’da liderlik sevdası.
Bunun iki ayağı var.
Bu hayallerin bir de iç politik hesapları var. Hele de bugünlerde. Başkanlık tutkusuna yardımcı olacağı inancıyla.
Ancak, evdeki hesap çarşıya uymuyor, hiç akla gelmeyen unsurlar mantar gibi fışkırıyor.
Başta Rusya ve Amerika, devamında PKK, PYD, YPG.
Ankara elini kolunu sallaya sallaya Esad’ı devirecek, Orta Doğu’da liderliği ele geçirecek, içerde de ömür boyu iktidarını sürdürecek yanılgısı ile.
Şimdi o yanılgının bütün aktörleri karşımızda. Buna İran’ı, Mısır’ı, bazı Arap ülkelerini, İsrail’i Fransa’yı ve toptan Avrupa Birliğini ekleyin. Dağın başında tek başına kalmış Türkiye, sağa sola top ateşi yağdırarak, adeta savaşı zorluyor.
Kılıf hazır: Angajman kuralları. Nedir bunlar?
Herhangi bir tehdide karşı, askeri gücün kullanımını belirleyen kurallar. Rus uçağının düşürülmesi örneğindeki gibi, yabancı bir uçak hava sahasını ihlal ettiğinde, onu uyarmak ki, uyarının da kuralları var, ihlal devam ederse, artık son noktada uçağı vurmak gibi. Karşıdan ateş edilirse, ona aynen topla karşılık vermek gibi.
Kural kağıt üstünde böyle ama, bir tahminim var.
Askerler bugünkü angajman kurallarını fazla geniş bulabilir ve bunun daraltılmasını istiyor olabilir.
Bu şu demek:
Topla, tüfekle verilecek tepkinin sınırlarını daraltmak, o tepkinin siyasi ve askeri sonuçlarını hesaplayarak, daha büyük maceralara sürüklenmeyi önlemek.
Vay, o bana ateş etti, ben de onu vururum, demeden önce, siyasi ve diplomatik kanalları yoğun biçimde işletmek. Çok önemli bir uyarı.
Ya Batı? Bakın Batı yayınlarına, Türkiye’yi nasıl gördükleri çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor.
Batı, Türkiye’nin Suriye ve YPG’ye savaş açmasını;
-Kürtlere karşı savaş,
-IŞİD’e dolaylı destek olarak görüyor.
IŞİD’e karşı yürüttüğü savaş nedeniyle, YPG’yi müttefik kabul ediyor. Türkiye YPG’ye ateş ettiğine göre, o zaman IŞİD’i kolluyor.
Bu Batı’nın mantığı, benim değil. Bu mantığı değiştirmek mümkün değil. Çünkü, Batı’ya göre, günümüzün en tehlikeli terör örgütü IŞİD, onunla savaşan da YPG, nokta.
Ankara savaşa girmek gibi bir çılgınlığa kapılırsa, karşısında Batı’yı bulacak, tek başına kalacak. Bunun vahim sonuçları var.
Suudi Arabistan’a filan hiç güvenmesin, Suudiler Amerika’nın bir göz kırpmasına bakar, o kadar.
Bu arada İncirlik hava üssünde matrak bir durum var.
İncirlik, malum Amerikan Üssü. Türkiye YPG ile yarı savaş halinde.
Amerika İncirlik’ten YPG’ye yardım ediyor. Bizimkiler bizim kasabalardan birinden YPG’yi topa tutarken, hemen birkaç yüz kilometre uzaklıkta, yine kendi topraklarımızdan, “dost ve müttefikimiz bir ülke” YPG’ye silah ve mühimmat sağlıyor, YPG de bizden iletilen mühimmatla bize ateş ediyor.
Komedi ötesi.
Bu garip durumda Türkiye savaş tamtamları çalmayı sürdürüyor. Hiçbir şey anlamadan.
Savaşın zaten kazananı olmaz ya, savaşın sonucunda ne olur, sorusu sorulduğunda, aklıma yirmi Körfez Savaşı (1991) sırasında İngiliz Dışişleri Bakanının bir cümlesi geliyor:
“Türkiye’nin güney sınırları belirsizdir.”
Ne demek bu? Sınırlar daha geriye mi çekilecek? Türkiye toprak mı kaybedecek?
Hele de, bir İngiliz bunu söylüyorsa, asla unutmayacaksın.
İşte eski Dışişleri Bakanları, Büyükelçiler gazete ve TV’lerde sürekli uyarıyor, “savaş toprak kaybına neden olabilir, Türkiye bölünebilir” diye.
Boşuna yalnız bırakmıyorlar Türkiye’yi. Savaş sonrası masaya çektiklerinde diyetini ödetmek üzere.
YPG’ye ateş ettirerek, Türkiye’yi savaşa sokmaya çalışıyorlar, hala farkında değil mi Ankara? Arkasında yirmi beş yıl önce söylenen söz var.
AKP göz göre göre akıl almaz bir çılgınlıkla hepimizi felakete sürüklüyor.
Milli Kurtuluş Mücadelesi kahramanlığı, Lozan zaferine ek olarak, İsmet İnönü’nün unutulmaz başarılarından biri de, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı dışında tutması.
Türkiye Cumhuriyeti 1974 zorunlu Kıbrıs Barış Harekatı dışında, yüz yıla yakın tarihinde savaş gibi bir maceraya, bir çılgınlığa asla kapılmıyor. 1974’ü de sonra çok pahalı ödüyor. Yıllarca süren ekonomik krizler, siyasal çalkantılar, dış politika çıkmazları birbirini izliyor.
Yüz yıl sonra, 1970’lerde “Boğazın hasta adamı” yeniden arz-ı endam ediyor ve savaş çıkarsa, hiç şaşmaz, şimdi tekrar ve bu kez çok daha beter.
Körfez Savaşı sırasında Turgut Özal’ın “bir koyup üç alırız” hesabı o tarihte ordudan geri dönüyor, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay istifa ediyor.
Çok geçmeden, birilerinin bu çılgınlığın anlamını Ankara’ya yeniden anlatmasının tam zamanı.