Aynı kentte, aynı gün, üç ayrı yerde üç konuşma.
Önce Millet Bahçesi’nin, sonra İl Halk Kütüphanesinin açılışı, ardından “52 fabrikanın açılış töreninde” konuşma.
Tayyip Erdoğan önceki gün Eskişehir’de “açılışlarda” konuşuyor.
“52 fabrika açıyoruz” diyor ya...
Yeni açılan şu 52 fabrikanın listesini merak ediyorum, ne fabrikaları acaba?.. Temelleri ne zaman atılmış, kaça mal olmuş, kaç kişi çalışacak, hemen üretime geçecek mi, ne üretecek o fabrikalar?..
Listesini, niteliklerini yayınlasalar ne iyi olur.
Konuşmasında her zamanki gibi, muhalefete yüklenirken, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir sözüne takılıyor, onun “Cumhurbaşkanlığındaki uçakları satacaklarına” ilişkin sözlerine karşılık:
“Uçakları satacaklarmış, sizin işiniz, gücünüz bu. Siz ülkeye bir şey kazandırmakla uğraşmıyorsunuz, bunları nasıl satarız, elimizden nasıl çıkartırız, bununla uğraşıyorsunuz”.
“Satmak... Elden çıkarmak...”
Bu eleştirileri yapan Erdoğan:
“60 milyar dolarlık özelleştirme yapıyor, devletin temel fabrikalarını, temel varlıklarını satıyor. Şeker fabrikalarından, Sümerbank’tan, kâğıt fabrikalarından, enerji dağıtım hatlarından, madenlerine kadar Cumhuriyet döneminde görülmemiş satışa imza atıyor”.
Ve şimdi sayısı bir düzineyi bulan lüks, özel uçakları satacağını ilan eden CHP’yi, “siz ülkeye bir şey kazandırmakla uğraşmıyorsunuz” diye suçluyor!..
“Satmakla ülkeye bir şey kazandırılmadığına” göre, “satmak” madem kötü bir icraat, o zaman kendisi devletin yerleşik, en köklü sanayi tesislerini neden satıyor?..
Eskişehir’de açıkladığı asıl ve çok hayati konu “10 büyükelçi” meselesi.
Geçen hafta başında on ülkenin Ankara Büyükelçisi ortak açıklama yapıyor:
“Suçunun ne olduğu belli olmayan, dört yıldır hapis tutulan Osman Kavala’nın, AİHM’in tahliye kararına dayanarak serbest bırakılmasını istiyor”.
On büyükelçi, yani on ülke, şunlar:
“Amerika, Kanada, Yeni Zelanda, Almanya, Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya”.
Bir bölümü NATO üyesi, bir bölümü NATO ve AB üyesi, dünyada sözü geçen, Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkileri olan ülkeler. Sağlıktan turizme, ticaretten savunmaya kadar uzanan, çok yönlü ilişkilerimiz olan ülkeler.
Erdoğan on büyükelçinin açıklaması karşısında küplere biniyor, “öfke patlaması” yaşıyor:
“O büyükelçilerin ülkelerine gönderilmeleri için Dışişleri’ne talimat verdim”.
Tam bir kriz!..
Dış politikayı aşacak olan, bırakın bizim tarihimizi, dünyada eşi görülmemiş bir kriz.
Türkiye için olağanüstü vahim sonuçlar doğurabilecek bir karar.
Elbette, o ülkeler de, bizim oradaki büyükelçileri geri gönderecek.
On büyükelçi o açıklamayı yaparken:
“Kendi özel iradelerini değil, temsil ettikleri ülkelerin iradesini yansıtıyor. O ülke hükümetleri onaylıyor, hatta belki de, öneriyor.
Dolayısıyla, o büyükelçileri istenmeyen adam ilan etmek, aynı zamanda o ülkelerle bağı koparmak anlamını taşıyor”.
Örneğin, Amerika ile?.. ABD Başkanı Biden ile görüşmeye can atarken, onun büyükelçisini sınır dışı edince, Erdoğan Biden ile bir daha nasıl bir araya gelecek?..
Ya da diğer ülke devlet ve hükümet başkanları ile nerede, nasıl konuşacak?..
Onlar Erdoğan ile bir araya gelmeyi isteyecekler mi?..
NATO ülkeleriyle neleri paylaşabilecek?..
AB ülkeleri ile zaten iğne ipliğine bağlı “Türkiye - AB ilişkilerini” nasıl konuşacak?..
“Bunun sadece siyasal değil, aynı zamanda bize çok zarar verecek ekonomik sonuçları olmaz mı?..”
Böyle akıl almaz bir karar sadece “öfke patlaması” ile açıklanabilir bir durum değil.
Yoksa...
Evet yoksa...
“Erdoğan Batı ülkelerinin ve Batı kurumlarının demokratik taleplerinden iyice bunaldığı için Batı’dan yavaş yavaş kurtulmak mı istiyor?..”
Ama bunun pratiği çok zor. O ülkelerde yaşayan milyonlarca Türk var. İç içe geçmiş siyasal bağlantılar, ticari alış verişler var.
Sen onların büyükelçilerini geri gönderirsen, onlar da, senin büyükelçilerini geri gönderecek ve:
“O ülkelerle kepenkleri indireceksin”.
Kaldı ki, uluslararası bir hukuk kararını uygulamıyorsun!..
Bir öfke ve inat uğruna, bugünden yarına Türkiye’ye vereceği çok ağır zarar ve maliyetin ölçüsü yok.
Ya da artık ne NATO’su, ne AB’si, ne de şu ve bu ülkelerle ilişkiler...
Ya da...
Bu pahalı çıkış...
“Ağır bir ekonomik krizin tam ortasında, yavaş yavaş kendisinden kopan kendi tabanına hamasi bir mesaj mı?..
Ekonomik krizi hamasetle örtmek çabası mı?..”
Bu gibi efelenmelerden hoşlanan tabanını yeniden sağlamlaştırmak denemesi mi?..
Ne var ki, artık bir gerçek var.
“Hiç bir iç ve dış politika çıkışı, manevrası bu derin ekonomik krizi, onun halka yansıyan ağır sonuçlarını örtmeye yetmez”.
Ne olursa olsun, sadece iktidarda kalmayı düşünüyorsa ki öyle, o zaman bu muhtemel sonuçların onun için önemi yok.
Önemli olan iktidarda kalabilmek ama o da artık imkansız.
O on ülkenin tavrı ne olur?..
Bunu beş gün sonra göreceğiz.
Bugün 25 Ekim. Beş gün sonra 30 Ekim’de Roma’da G - 20 Zirvesi var. Zirveye katılan ülkeler arasında, büyükelçileri açıklama yapan on ülkeden dördü yer alıyor. Amerika, Kanada, Fransa ve Almanya.
Zirveye ayrıca AB Komisyonu Başkanı ile Türkiye’yi “demokratik kurallara aykırı davranmakla” eleştiren, bu nedenle Türkiye’yi uyaran, 30 Kasım’a kadar süre veren Avrupa Konseyi Başkanı da katılıyor.
G - 20 Zirvesinde Erdoğan nasıl karşılanacak?..
Konu orada nasıl ele alınacak?..
Liderlerle nasıl diyalog kuracak?..
On dokuz yıllık iktidarında pek çok maceraya imza atan Erdoğan, siyasal hayatının en büyük kumarını oynuyor.