FETÖ mü, terör örgütü mü, artık hangi suçlama ise, iki gün önce mahkemece Cumhuriyet çalışanlarına yöneltilen suçlamada bu yönde hiç bir dayanak bulunamıyor.
Ve o nedenle...
Aylardır süren suçlamalar yerle bir oluyor, Cumhuriyet davası çöküyor.
Bununla birlikte, dört değerli meslektaşımız hâlâ tutuklu. Neden?
İnanılmaz garip bir nedenle...
Cumhuriyet Vakfı nedeniyle!..
O garabeti anlamak açısından önce Cumhuriyet Vakfı Senedi’nin başlangıç bölümüne bakmak gerek.
Vakıf Senedi’nin başlangıç bölümü, hani anayasaların başlangıç bölümü olduğu gibi, genel ilkelerin belirlendiği o başlangıç şöyle:
“Cumhuriyet Gazetesi, amacını toplum yaşamına katıldığı 7 Mayıs 1924’te yayınladığı ilk sayısında kurucusu Yunus Nadi’nin kalemiyle belirlemiştir. Cumhuriyet ne hükümet, ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet yalnız Cumhuriyet’in bilimsel ve yaygın anlatımıyla demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir. Ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için bütün varlığı ile çalışacaktır. Cumhuriyet Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı ‘aydınlanma yolunda’ aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, Laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir. İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Bildirgesi’ni demokrasinin evrensel anayasası olarak benimseyen Cumhuriyet, amaçlarına ancak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve bütünlüğü kapsamında ulaşılacağını temel ilke sayar.
(...) Cumhuriyet Vakfı bu amacı yerine getirmek için kurulmuştur”.
Yeni bir Temel Hak ve Özgürlükler Bildirgesi gibi.
Türk Basını’nda eşi olmayan bir bildirge.
Bir vakıf senedinde demokratik, laik ve özgür bir toplumun kurulmasına hizmet etmek amacıyla yer alan ilkeler.
Anayasanın başlangıç ilkelerindeki gibi.
Bu Vakıf Senedi ile mahkeme kararının ne ilgisi var?
Daha doğrusu, tutukluluk halinin devamını öngören mahkeme kararı, bunu Vakıf Senedi’ne nasıl bağlıyor?
Mahkeme kararı ile Vakıf Senedi arasındaki bağlantı ne?
Cumhuriyet’teki meslektaşlarımızın tutukluluğunun devamı için mahkemenin verdiği kararın o bölümü şöyle:
(...) Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık’ın bu davada eylemin irdelenmesi açısından önemli bir hareket noktası olan Cumhuriyet Vakfı Anayasası olarak da tabir edilen Vakıf Senedi üzerindeki illiyetleri ile denetim ve sorumlulukları ve,
bu ilkelerden ayrılma çerçevesinde yardım suçunun ana hareket noktasına oluşabildiği hususu dikkate alındığında,
öngörülen kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığının kabulü,
bu çerçevede sanıkların taşıdıkları sıfat, üstlendikleri görev, görev yaptıkları zaman dilimi dikkate alındığında, eylemsel bütünsellik değerlendirilmesi ile,
deliller ve sanıkların deliller ile irtibatı tartışılırken, sanıkların ele geçmeyen sanıklar ile göreve geliş şekilleri üstlenilen görevlerin tanımı, nitelik ve fonksiyonu nedeni ile kaçınılmaz bağ illiyeti gözetilip,
bu bağ ile birlikte tüm delillerin değerlendirilmesi konusunda zorunluluk bulunmasının sonucu olarak,
adı geçen sanıkların tutukluluk halinin devamına...”
Dikkat edin ve çok önemle dikkat edin.
Dört meslektaşımızın tutukluluk halinin devamı ile ilgili olarak mahkeme kararında ne FETÖ suçlaması, ne herhangi bir örgüt üyeliği suçlaması var.
Yok böyle bir suçlama, yok. Adı bile geçmiyor FETÖ’nün ya da bir terör örgütünün.
Peki, ne var?
Vakıf Senedi’ndeki yer alan ilkelere uymuşlar mı, ihlal mi etmişler?
Vakıf Senedi özel, bir gazetenin politikasını belirliyor.
Bunun dava konusu ile ne ilgisi var?
Diyelim ki, uymamışlar, o gazeteyi bağlar, kimseyi de ilgilendirmez.
En fazla Cumhuriyet okurları gazeteyi protesto eder ya da gazetenin yeni bir politikası varsa, okurlar bunu eleştirir ya da katılır.
Bir gazetenin yöneticilerini tutuklamak ve tutukluluk halinin devam ettirmek için nasıl bir hukuki bağlantı var ortada, anlamak mümkün değil.
Zaten, dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir ceza hukukunda böyle bir madde yok.
Bizde de, yok.
Mahkeme FETÖ ve terör örgütü bağlantısı bulamıyor, bin dereden su getiriyor, Vakıf Senedi’ne uydular mı, uymadıklar mı, diye bir şey icad ediyor ve ‘siz tutuklu kalacaksınız’ diyor.
Hukuka yeni bir kara leke daha.
Evet uydular, kime ne?
Hayır uymadılar, kime ne?
Bundan adam mı tutuklanır?
Böyle bir karar mı olur?
Vakıf Senedi’ne uydular mı, uymadılar mı?
Mahkeme bunun için tanıklara başvuruyor. Vakfın eski yöneticilerini tanık olarak dinlemek üzere duruşmayı 11 Eylül’e bırakıyor.
Kimler o tanıklar?
İnan Kıraç, Alev Coşkun, Mustafa Pamukoğlu, Nevzat Tüfekçioğlu, Şükran Soner, Nail İnal, İbrahim Yıldız, Leyla Tavşanoğlu, Miyase İlknur, Aykut Küçükkaya.
Bu isimler Cumhuriyet Vakfı’nın eski yöneticileri.
Bir de, üç tanık daha var ki, matrak ötesi, ve hatta garip.
Bir ara Cumhuriyet’te çalışan, sonra iş ilişkisi kesilen Mehmet Faraç, ne olursa olsun iktidarı destekleyen, pek çok kişiyi uluorta suçlamakta tereddüt etmeyen, son bir kaç yılda ortaya çıkan Cem Küçük ve Aydınlık yazarı Rıza Zelyut.
Bu kişiler Cumhuriyet davasında, Vakıf Senedi davasında tanık olarak dinlenecek!..
Tanıklar ne der, ne demez, bilinmez elbette.
Ancak, karşımızda her yönüyle çöken bir dava var.
Dört arkadaşımız hâlâ tutuklu.
Büyük olasılıkla, onların da 11 Eylül günü tahliye edilmelerini beklemek gerçekçi olur.