Sessiz ve derinden bazı üniversitelerde başlıyor “Cuma harekatı”. Şu üniversitede “Cuma namazına göre ders programı”, öteki üniversitede “Cumaya göre” görüşme, AKP’ye yakın bazı vakıf üniversiteleri ile bazı devlet üniversitelerinde.
“Cuma harekatı” yaygınlaşırken, Davutoğlu gurup konuşmasında “kamu kesiminde çalışanlar için Cuma günleri namaz genelgesi çıkartılacağını” söylüyor. “İsteyen gider, isteyen gitmez” aldatmacası altında.
Ama, pratikte devlette işler Cuma namazına denk gelen saatlerde duruyor. Cumaya gitmeyen bir devlet memuru bile, ister istemez “Cuma baskısı” altında kalıyor. Bir ara gündemden düşmeyen “mahalle baskısı” yeniden arz-ı endam ediyor.
Cuma namazı saatlerinde devlet açıkça tatile giriyor. Laik devleti çoktan geride bırakan bir durum.
Bu genelgenin yürürlüğe girmesi üzerinden iki hafta geçiyor geçmiyor, bu kez Milli Eğitim Bakanlığı “ilk ve orta dereceli okullarda Cuma namazına denk gelen saatlerde öğretmen, personel ve yöneticilere izin verilmesini” öngören bir genelge yayınlanıyor. O saatlerde okullarda öğretmen ve yönetici yok, öğrenciler ne yapacak? Hafif hafif namaza alıştırma provası.
İlkokuldan üniversiteye kadar, bütün okullarda Cuma namazı tatili. Laiklik sizlere ömür.
PAZAR YERİNE CUMA
Devlet kurumlarında cuma namazı tatili, okullarda Cuma namazı tatili, geriye özel sektör kalıyor. Onun da bir bölümü, iktidarla iyi geçinmek adına, kendi iş yerlerinde, fabrikalarında “Cuma tatili” ilan ederse, hiç şaşmam. Biri ilan etmeye görsün, ardından hepsi birer birer dökülür.
Yakında “Cuma tatili” sivil toplumu yavaş yavaş kuşatır, Cumaları namaz saatlerinde her yer kapalı hale gelir. Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Arap Şeyhlikleri gibi.
Günün birinde bir de bakmışız ki, “Pazar günü yerine Cumaları tatil olsun” yasası. O kadarına cesaret edebilirler mi, emin değilim, yine de, “çoğunluğumuz var, biz iktidarız, her şeyi yaparız” pervasızlığı.
Pazar günü yerine, tatil gününün adım adım Cumaya çekilmesi harekatı. İslam Cumhuriyetlerinde olduğu gibi.
Batı ile bağların bir adım daha kopması, biraz daha tipik Orta Doğu ülkesi manzaraları.
Tayyip Erdoğan’ın Güneydoğu ile ilgili açıklama yapan, insan hakları ihlalleri olduğunu söyleyen 1.128 akademisyeni çok ağır sözlerle eleştirmesinin altında, derinlerde bir yerde, o insanların laisizme duydukları inanç yatıyor. Güneydoğu artı laisizm.
“Cuma harekatı” boşuna önce üniversitelerden başlamıyor. “Ortada özgür ve bağımsız üniversite mi kaldı”, kaygılarına rağmen, yine de en net karşı çıkması beklenen yerlerden.
Büyükelçiler konferansında o akademisyenleri hedef almasının yanı sıra, Erdoğan “paralel yapının okullarını” da ihmal etmiyor, büyükelçilere talimat veriyor:
“Paralel yapının kurduğu okullar kendi malı değildir. Bunları ülkeye kazandırmak için gayret sarf etmeliyiz. Bunun için gerekli kanun süratle çıkmalıdır. Paralel yapının faaliyetlerini yakından takip ettiğinize inanıyorum. Paralel yapıyı muhataplarınıza iyi anlatın”.
Bugün böyle, şimdi biraz geriye gidelim.
Yıl 2003, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı. Bütün büyükelçiliklere bir genelge gönderiyor:
“Cemaatin yurt dışındaki okulları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenmektedir. Bu okullar Türkiye’nin kurumlarıdır. Bulunduğunuz ülkede öyle tanıtılmalı, ayrıca bu okulları ziyaret edecek resmi heyetlere refakat edilmelidir”.
AKP cemaatin ve o okulların açıkça yanında, yanında olmanın ötesinde, sıkı destek veriyor.
Genelgeden birkaç gün sonra, o sırada Başbakan, Tayyip Erdoğan bir TV kanalında genelgeyi savunuyor:
“Ülke hassasiyetimizi koruyan derneklerle, vakıflarla bizim büyükelçiliklerimiz neden iletişim içinde olmasın, olmaları çok normaldir”.
Benzer bir düşünceyi Erdoğan üç yıl önceki Büyükelçiler Konferansında vurguluyor:
“Bu okullarla büyükelçi olarak ilgilenmelisiniz”.
Üç yıl önce “paralel yapının okullarına” kanat geriyor, bugün 17-24 Aralık yolsuzluk iddiaları sonrasında, “bu örgütü muhataplarınıza anlatın” talimatı.
180 derecelik dönüş.
Şimdi bildiri yayınlayan akademisyenlere kızıyor, hatta haklarında soruşturma açılmasını istiyor. YÖK’e bu yönde emir veriyor.
Üç yıl sonra bu akademisyenleri yere göğe koymayacağı, onları “bilim adamı olarak özgür üniversitenin gereğini yerine getirdiklerine” dönük övgüyle anmayacağı ne malum. Benzer bir 180 derecelik dönüş her zaman mümkündür.
Bu arada, akademisyenlerin bildirisi “merkez medyayı” da çökertiyor. Merkez medya havuz medyasıyla eşitleniyor, bir anda ifade özgürlüğünü unutuyor, bildiriye imza atan akademisyenleri eleştiriyor, iktidarla ortak dili kullanıyor.
Bugün akademisyenlere karşı hükümetin yanında yer alırken, yarın da, “inanç ve ibadet özgürlüğü” altında Cuma harekatını da desteklerse, şaşmam.
Bunca karmaşa, terör ve kitlesel ölümler arasında “Cuma harekatı” ve okullar, pes.