“Cumhuriyet Vakfının 18.02.2014 tarihli yönetim kurulunun üye seçimine ilişkin toplantısının geçersizliğinin tespiti ve alınan kararların iptali istemiyle açılan dava sonucunda (...) yargı kararı gereği yönetim kurulu üye seçimi toplantısının (...) yönetim kurulu üyeleri Orhan Erinç, Akın Atalay, İbrahim Yıldız, Hikmet Çetinkaya, Mustafa Balbay, Alev Coşkun, İnan Kıraç, Şevket Tokuş, Şükran Soner ve Nevzat Tüfekçioğlu’nun katılımları ile 17 Eylül 2018 tarihine kadar gerçekleştirilmesi (...) toplantı tutanağının gönderilmesi istenmektedir”.
16 Ağustos 2018 tarihli bu yazıyı kim gönderiyor?
Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul Vakıflar Birinci Bölge Müdürlüğü.
Yazının altındaki imza “Halil Çakallı” isminde bir şube müdürüne ait.
Cumhuriyet’te “kimlerin eli var” sorusuna hayati bir yanıt niteliğinde bu belge.
Telaşla nutuk atmadan, edep sınırları aşan saldırıda bulunmak yerine, aklı beş karış havada olanların, soğukkanlılıkla bir kez daha gözden geçirmeleri gereken bir belge.
Bu belgeyi “özel ve önemli” kılan bir kaç ayrıntı var. Bu yazı nereye gönderiliyor?..
1-Belge yazıda isimleri geçen yönetim kurulu üyelerine tek tek gönderiliyor. Böyle bir adet, böyle bir uygulama yok.
Türkiye’de binlerce vakıf var, onların da zamanı gelince genel kurulları yapılıyor. Olağan uygulama, Vakflar Genel Müdürlüğünün genel kurul zamanı gelmiş ve geçmiş olan vakıfları uyarması.
Vakfa “genel” bir yazı göndermesi.
Yoksa vakıf yönetim kurulu üyelerine tek tek yazı göndererek, genel kurulun yapılıp yapılmadığını takip etmek, onları toplantıya çağırmak değil.
Bak sen şu işe!..
2-Cumhuriyet Vakfı da, binlerce vakıf gibi, özel bir vakıf.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ki, her bürokratik kurum gibi, yönetimi doğrudan iktidara, AKP’ye bağlı, bir özel vakfın genel kurulu ile neden bu kadar yakından ilgileniyor?..
Binlerce vakfın genel kurul toplantıları ve oradaki üyelerin toplantıya katılıp katılmamaları ile de her zaman bu kadar yakından ilgileniyor mu?..
Yoksa, burada “özel bir ilgi” mi var?
Bak sen şu işe!..
Bu arada bir başka bilgi...
Cumhuriyet Gazetesi Vakfının bütün bu gelişmelere yol açan 2014’teki genel kurulu ile ilgili olarak...
Olay mahkemeye yansıdığında, Vakıflar Genel Müdürlüğü “davanın reddine karar verilmesini istiyoruz, genel kurul yasalara uygundur, usulsüzlük yoktur” diyor.
Yaaaa, demek öyle!..
O karar öyle kalsa, bugünkü yönetim değişikliği olmayacak, Cumhuriyet el değiştirmeyecek.
Ama, ne oluyor?..
Arada Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimi değişiyor. Değiştiren AKP elbette.
Yeni Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimi aniden çark ediyor, “Cumhuriyet Vakfı genel kurulu usulsüzdür, yenilenmelidir” diyerek, davada taraf oluyor.
Bak sen şu işe!..
Geçen cuma Cumhuriyet Vakfının genel kurulu, yukarıdaki belgede aktarıldığı gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün isteği ile toplanıyor, ismi geçen üyeler toplantıya katılıyor ve önce vakıf yönetimi, sonra vakıf yönetimi üzerinden Cumhuriyet yönetimi tümüyle el değiştiriyor.
Bu gelişmeler ışığında sorular şöyle:
1-Vakıflar Genel Müdürlüğü ki, iktidarın bürokratik bir organı, neden bu işin ortasında?..
2-“Uygundur” dediği genel kurul için sonradan neden “uygun değildir” diyor?..
3-Bu olayı kendi iradesi ile mi izliyor yoksa siyasal irade eşliğinde mi?..
4-Gazetenin dışından gelen yeni yönetim kurulu üyeleri aniden nereden “zuhur ediyor”?.. Onları kim, nereden buluyor?.. Kim onlar?.. Cumhuriyet ile ilgileri ne?..
Saçma sapan tepkiler vermek yerine, bunların düşünülmesi gerekiyor.
Ben oldum olası polemiği sevmiyorum. Polemiğin dedikodu ötesinde, okurlara bir tat verdiğini düşünmüyorum.
Şimdi de, polemik yapmıyorum, zorunlu olarak bir kaç söz söylemek istiyorum.
Cumhuriyet olayına ilişkin geçen cumartesi günü burada (T24) yayınlanan yazım binlerce kez okundu, internette dolaştı, çok paylaşıldı. Lehte ve aleyhte. Normaldir, olabilir.
Bundan kendime pay çıkarmıyorum, Cumhuriyet’e ilginin sonucu bu. Cumhuriyet ki, ben orada Ankara Temsilciliği dahil, toplam on sekiz yıl görev yaptım, bu ülkenin en önde gelen ve korunması gereken değerlerinden biri.
Titizlik bu yönde.
Cumhuriyet’te olup bitenler bana tad vermiyor.
Yukarıdaki belge ve yargıda birbiriyle çelişen kararlar...
Bir zamanlar birlikte çalıştıkları meslektaşları aleyhine mahkemede ifade verenlerin bugün yönetime gelmeleri...
Asla hoş olmayan gelişmeler.
Artık kırıntısı kalmış medyadan bir parça daha mı koptu, düşüncesi beni kaygılandırıyor. Ben buna dikkat çekmek istiyorum.
Bunun dışında...
Olan biten üzerine düşünmek yerine, gerek twitter üzerinden, gerek gazetecilikte yıllar yılı gölgede kalmış olanların hezeyanlarına ve terbiyeyi aşan yazılarına, tepkilerine bakınca, Cumhuriyet’in şimdi “hangi ellere” geçtiğine bir kez daha üzülüyorum.
Gazetenin yeni yönetimi ve yeni yönetimi savunanların tutundukları, iki lafın başında vurguladıkları ana fikir “Atatürkçülük”.
Ama, hangi Atatürkçülük?
Bire bir, fiilen yaşadığım için çok iyi biliyorum.
12 Eylül askeri darbe yönetimi de, demokrasiyi alaşağı ederken yola çıktıkları ana fikir “Atatürkçülük” idi. Sonra ne olduğu malum.
O dönemde bu tutumu eleştirmek üzere Nadir Bey (Nadi) bir kitap yazdı, şu başlıkla:
“Ben Atatürkçü Değilim”.
Hezeyan yerine, düşünmek!.. Bazıları için zor ancak, denemekten zarar gelmez.