Son kırk yılda edebiyata, okuma yazmaya en yatkın iki lider siyasetçiden biri Bülent Ecevit, diğeri Erdal İnönü.
Son kırk yılın Cumhurbaşkanları ya da Başbakanları arasında kitap okuyan elbette var, örneğin en çok okuyanların başında Süleyman Demirel geliyor. Demirel yaptığı konuşmaları, faaliyetlerinin özetini kitaplarda topluyor. Ama, onlar “edebiyat değil”.
Pek çok siyasetçi anılarını kitaplarda topluyor, ama onların neredeyse hiç biri “edebiyat değil”.
Celal Bayar’ın sekiz ciltlik “Ben de Yazdım” anıları Kurtuluş Savaşından başlayarak Cumhuriyetin ilk elli yılını kapsıyor, tarihi değeri çok fazla kitaplar. Ama, “edebiyat değil”.
Tarihi değer taşıyan, tarihe tanıklık eden, tanıklık bir yana, “tarihi yapan” insanların yazdıkları kitaplar, doğrudan tarihin kendisi.
Bunun en vazgeçilmez örneği, “Nutuk”. Kurtuluş Savaşı’nın, Cumhuriyet’in kuruluşunun en temel tarihsel kaynaklarından biri Mustafa Kemal’in eseri.
Biyografiler, oto biyografiler benim en sevdiğim yazın türleri. Orada hem olayların ve insanların iç yüzü var, hem okuyanın kendisine dersler çıkartabileceği yönler.
Biyografi ve otobiyografilerin bir kısmı edebiyata giriyor, bir kısmı edebiyat dışı.
“Siyasetçi ve edebiyata yatkınlık” başlığı altına bugün Ecevit ve İnönü’den sonra yeni bir ismi daha eklemek gerek:
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ı.
Bir kaç hafta sonra, Kasım başında Demirtaş hapishanede birinci yılını dolduruyor. Bir yıldır tutuklu. Demirtaş’ı bir yıldır doğrudan yargı karşısına çıkarmıyorlar. Ceza alır mı, almaz mı, suçu var mı, yok mu, yargıda daha kesinleşmiş bir şey yok ama, o bir yıldır tutuklu. Sanki ceza almış ve cezasını çekiyor gibi.
Demirtaş hapishanede geçirdiği süre içinde kim bilir neler yapıyor, bilinmez ancak, bilinen bir şey var. Demirtaş bir “öykü kitabı” yazıyor:
“Seher”.
On bin, on bin basılan kitap, bir kaç haftada yüz bin satıyor. Bu gidişle daha da çok satacağa benziyor.
140 sayfalık kitapta on iki öykü var.
Geçen gün “Seher’i” elime alıyorum, okumaya başlamamla birlikte, elimden hiç düşürmeden, aynı gün bitiriyorum.
Kitabı okurken ve okuduktan sonra sık sık tekrarladığım bir duygu, bir düşüncem var:
Demirtaş’ta nükte, hiciv, gerçeklik ve mizahla yoğrulmuş edebiyatçı bir kimlik var.
Öyle bir okutuyor ki, insan kendini kaptırıyor, öyküdeki insanlarla aniden bütünleşiyor, onların kaderleri üzerinde düşünürken, acıyla sarsılıyor ve her öykü sonunda aynı vurgu kendiliğinden ortaya çıkıyor:
“Bu böyle gitmez, bu düzen değişmeli”.
Birbirinden kopuk tek tek öyküler, insanda “bu böyle gitmez” bütünselliğine yol açıyor.
“Seher’deki” ilk öykü iki kuşun macerasını anlatarak başlıyor. Biri erkek, diğeri dişi iki kuşun nasıl yuva yaptıklarını,nasıl beslendiklerini yazıyor Demirtaş, cezaevinde gözlerinin önünde, aslında sıradan bir olay.
Ama, o sıradan olay, kuşların yuva yapması, anlatımı, esprili dili, bir ince mizah, daha ilk cümleden başlayarak, insan gülmekten kırılıyor. Bu öykü diğerlerinden çok farklı.
Demirtaş’taki dil kıvraklığı dikkat çekiyor bu öyküsünde.
Bilmem elbet mümkün değil, ancak geri kalan öyküler sanki Demirtaş’ın birebir bildiği, birebir gözlemlediği, yaşadığı olayların kaleme alınması.
Hepsinin ortak yönü şu:
“Türkiye’nin gerçekleri”.
İster işçi sömürüsü, ister kadınların istismarı, ister namus cinayetleri, ister cezaevi çilesi, ister toplu gösterilerde güvenlik güçlerinin davranışı, ister masum insanların boş yere hapislere atılması…
Bu yönüyle siyasal mesaj içeren öyküler. Mesaj öyle göze batırırcasına değil, edebi bir üslupla. Öykü bittiğinde, insanın içinde acı bir tortu bırakan türde.
Demirtaş bir yıllık tutukluluk ardından karşımıza “siyasetçi” kimliğine bir ek yaparak çıkıyor, “edebiyatçı” kimliği ile.
Siyasette elbette pek çok olay yaşıyor, görüyor, biliyor. Günün birinde belki onları yine “kitaplar” halinde toplar ve hepsi “edebi değere” sahip kitaplar olarak, edebiyat tarihimizde yerini alır.
Siyasetçide “edebi kimlik” önemli. İnsanlara yakınlığın, insanları analiz etmenin araçlarından biri edebiyat. Sorunların çözümünde araçlardan biri.
Siyaset zaten insanların orta yerinde bir işlev, buna edebiyat eklendiğinde, siyasetçinin değeri ve önemi artıyor.
Selahattin Demirtaş “siyasetçi-edebiyatçı” kimliğin yeni örneği.
“Seher”, içerdiği on iki öyküyle baştan sona “Türkiye” üzerine insanı yeniden ve yeniden düşünmeye zorluyor, buruklukla, acıyla ve daha önemlisi “bunları değiştirmek” azmi aşılayarak.