"Depremde yıkılan bina başına 7-8 arama ve kurtarma görevlisini düşüyor".
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı 6 Şubat depremiyle ilgili resmi rapor yayınlıyor. O rapor kendi içinde karşılaştırmalı olarak okunduğunda, orada açıkça yazmıyor ama, ortaya çıkan bir gerçek var ki, "itiraf" niteliğinde.
Raporun 26. sayfasında aktarılan veriye göre:
"Depremden etkilenen on bir ilde 6 Mart 2023 itibariyle 1.712.182 binada hasar tespit çalışması yapılmıştır. Buna göre, 35.355 bina yıkılmıştır".
Bu bilginin devamında ağır, orta ve az hasarlı binaların sayıları veriliyor. Konut, kamu binası, okul, hastane ve otel olarak kullanılan binalar.
Aynı resmi raporun 30. sayfasında şu bilgiye yer veriliyor:
"Depremin ardından bölgede, afette ihtiyaç duyulan hizmetlerin yürütülebilmesi için 2023 yılı Mart ayı başına kadar 35.250'si arama kurtarma personeli olmak üzere, kamu görevlileri, STK'lar, uluslararası arama kurtarma personeli ve gönüllüler dahil olmak üzere toplam 271.060 personel görev yapmıştır".
Bütün arama ve kurtarma ekibi toplamı 271.060 kişi. 35.355 bina yıkıldığına göre:
"Yıkılan bina başına 7 - 8 arama ve kurtarma görevlisi düşüyor".
Yıkılan bina sayısı ile arama ve kurtarma personel sayısı bir arada okunduğunda, enkaz altından canlı olarak çıkartılan insanların ne kadar az olduğu belli oluyor.
Raporda yazmıyor ama, demek ki:
"Arama ve kurtarma personeli daha çok olsaydı, bugün hayatta kalan insan sayısı çok daha fazla olabilirdi".
Resmi raporlar bile, arama kurtarma faaliyetlerindeki eksikliği olanca çıplaklığı ile sergiliyor. Deprem bölgesinde 45 gün geride kalırken, orada yaşayan insanların feryatları resmi raporlarla birebir örtüşüyor.
Örtüşmeyen bir başka gerçek var. Söylenen sözle fiili uygulama arasındaki kopukluk.
21 Şubat 2023'te, tam bir ay önce Tayyip Erdoğan söz veriyor:
"Sorulması gereken hesapları adli, idari ve siyasi olarak sormak boynumuzun borcudur".
Aynı sözü Erdoğan 1 Mart günü partisinin grup toplantısında tekrarlıyor.
Bugün 22 Mart, Erdoğan'ın sözü üzerinden bir ay geçmiş bulunuyor.
Bu bir ay içinde siz, Erdoğan'ın sözünü ettiği gibi:
"Herhangi bir adli, idari ve siyasi olarak hesap sorulduğunu görüyor musunuz?..
Var mı böyle bir işaret, bir kanıt?.."
Söz verdiği halde, Erdoğan hiç kimseden hesap sormuyor. Ama, halk 14 Mayıs'ta kendisinden hesap sormaya hazırlanıyor.
Halk hesap soracak ve fakat bir başka hesabı hatırlamak gerekiyor.
"1994 İstanbul ve Ankara yerel seçimlerini..."
O seçimde İstanbul'daki oy dağılımı şöyle:
"Refah Partisi yüzde 25.19, Erdoğan'a Belediye Başkanlığını kazandıran oy oranı.
SHP yüzde 20.30, DSP yüzde 12.38, CHP yüzde 1.40".
Sosyal demokratların toplam oy oranı yüzde 34.08, Erdoğan'ın oy oranından on puan daha fazla.
"Sosyal demokratlar bölündükleri için belediye başkanlığını göz göre göre kaybediyorlar".
1994 Ankara yerel seçimleri de, aynı İstanbul gibi.
"Refah Partisi yüzde 27.34, SHP yüzde 26.89, DSP yüzde 7.76, CHP yüzde 2.09".
Sosyal demokrat oyların toplamı yüzde 36.74, Refah Partisi'ni yine on puan aşıyor ama, bölünmeden dolayı belediye başkanlığı yine elden gidiyor.
Bölünmenin iktidar kaybettirdiğini bu örnekler çok iyi gösteriyor.
14 Mayıs sadece olağan bir seçim değil. Onu çoktan aşan "bir rejim, bir Cumhuriyet oylaması". Bunu herkes görüyor.
Altılı Masa dışında, bu gerçeği en iyi gören ve ona göre davranan bir parti var:
"HDP...
HDP Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turda bitmesi gerektiğine inanıyor.
O nedenle...
Son anda bir değişiklik olmaz ise...
Çok büyük olasılıkla aday göstermeyi düşünmüyor".
Aday göstermeyerek, Kemal Kılıçdaroğlu'na destek vereceklerini ilan etmiş oluyorlar.
Buna karşılık, siyasete psikolojinin karıştığı bir durum var.
"Muharrem İnce kendisinden söz edilmesinden, önemsenmesinden fazlaca hoşlanıyor. Siyaseti aşan, psikolojik bir olay!.."
Cumhurbaşkanlığı adaylığı söz konusu. Aday olursa, alacağı üç, dört puanın seçimin birinci turda bitmesini engelleyebileceğine ilişkin yorumlar yapılıyor. Bunlar doğru olabilir.
O zaman:
"Kılıçdaroğlu'nun İnce'yi ziyaret ederek, çekilmeye ikna etmesi makul bir tavır olur".
Hala, ikna olmuyorsa, 1994 yerel seçim sonuçlarını bir kez daha gözden geçirebilir.
Seçim birinci turda bitmez ise, bunun sorumluluğunu nasıl üstleneceği, onun yine psikolojik dünyasına bağlı.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |