2020 başı itibariyle “yurt dışına hangi ülkeler kaç asker göndermiş?..” Uluslararası araştırmaya göre, yurt dışına asker gönderen ülke sıralaması şöyle:
“-Amerika askerinin yüzde 14.9’unu,
-Türkiye askerinin yüzde 13.2’sini,
-Fransa yüzde 8.9’unu,
-İngiltere yüzde 8.8’ini,
-Katar yüzde 8.5’uğunu,
-Rusya yüzde 6.7’sini,
-Avusturya yüzde 4.8’ini,
-Danimarka yüzde 3.1’ini yurt dışına göndermiş bulunuyor”.
Aynı araştırmaya göre, yurt dışına asker göndermenin çeşitli nedenleri var, “ulusal çıkarlar, barışı korumak, askeri eğitim” gibi.
“Barışı korumak” ya da “ulusal çıkarlar” derken, bunlar fiilen “savaşmak” anlamına geliyor.
Türkiye yurt dışında asker bulunduran dünyadaki ikinci ülke.
Buna şimdi “Kabil Hava Alanını korumak” tantanasını ekleyin.
Türkiye dünyada yurt dışında asker bulunduran ikinci ülke ama, “Birleşmiş Milletler Mülteci Dairesi” (UNHCR) kayıtlarına göre:
“-Dünyada en çok mülteci ağırlayan ülke Türkiye.
-Haziran 2021 itibariyle, Türkiye’deki mülteci sayısı, şu son Afganlılar hariç, 5 milyon 678 bin 800 kişiye ulaşıyor”.
Yurt dışına asker göndermekte ikinci, mülteci kabul etmekte ilk!..
Bu nasıl bir politika?..
Ve bunlara harcanan paralar!..
Geçen yıl açıklanan para “sadece Suriyeliler için kırk milyar dolar!..”
Suriyelilere, Afganlar, İranlılar, Bangladeşliler, Pakistanlılar ekleniyor, müthiş bir “göçmen kaçakçılığı” eşliğinde. 23 Haziran 2021 itibariyle, TÜİK verilerine göre, Suriyelilerin yüzde 98.5’ğu kentlerde yaşıyor.
“-İstanbul’da Türk vatandaşlarının yüzde 3.5’ğu kadar Suriyeli var.
-Gaziantep’te yüzde 21.6’sı, yani Gaziantepte her beş kişiden biri Suriyeli.
-Hatay’da yüzde 26.3’ü, Hatay’da her dört kişiden biri Suriyeli.
-Bu oranlar Adana’da 11.3, Şanlıurfa’da 20.1, Mersin’de 12.5, İzmir’de 3.4, Bursa’da 5.8.
-En vahim tablo Kilis’te. Türk vatandaşlarının yüzde 74.2’si kadar Suriyeli var. Kilis artık bir Suriye kenti gibi”.
Böyle bir tablo dünyanın hiçbir ülkesinde yok.
Kentlerde insanlar mültecilerden çok ciddi şikâyetçi. Bizim insanlarımızla onlar arasında olağanüstü bir yabancılaşma var. Nedenleri çok açık:
“-Kültür” olarak bize hayli yabancılar.
“-Sosyal” olarak onlarla hiçbir ortak yanımız yok.
“-Ekonomik” olarak çok ciddi yük. Geçen yıla kadar kırk milyar dolar harcanıyor ve Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre:
“Bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atamayız. Bunlar bize sığınmışlar, elaman diliyorlar. Elaman dileyenlere, ‘geldiğiniz yere dönün’ diyemeyiz. Onlar için ilk etapta yüz bin briket ev yapılacak”.
Onlar için hâlâ para harcamaya devam ediyor.
Ve de, günümüzde özellikle en büyük tehlike kaynağı olarak:
“Onlar salgının beşiği gibi, ne ölçüde aşılanıyorlar, yaşadıkları koşullarda hem coronanın, hem her türlü hastalığın yayılması işten değil”.
Bütün bunlara rağmen, Erdoğan:
“Bir mülteci sığınma talebinde bulunmuşsa, sen onu kabul etmek zorunda kalacaksın”.
Mültecilere, Türkiye’den başka böyle kucak açan başka ülke var mı?.. Sen neden kabul etmek zorundasın?..
Ekonomik olarak...
Barış Soydan dün T24’te göçmenler üzerinden “ucuz emek sağlandığını” yazıyor, bunu sanayicilerden elde ettiği gözlemlere dayandırıyor. Her ne kadar o gözlemler salgın öncesinde gerçeğin altını çiziyorsa da...
Soru şu:
“Bizde kaç göçmen iş buluyor, kaçı çalışıyor ve bizim ekonomimize bugün ne kadar katma değer sağlıyor?..”
Salgın nedeniyle, her türlü emek zaten iyiden iyiye ucuzluyor, işsizlik tavan yapmış, ucuz emek için göçmenlere ihtiyaç yok. Öğretmenin pidecide, mühendisin otomobil tamircisinde, diplomat adayının markette çalıştığı bir ülkede emekten ucuz ne var ki?..
Salgından önce, evet, belki.
Şimdi hayır.
Göçmenler bizi rahatsız ediyor, özetlediğim nedenlerle çeşitli illerimizde göçmenlerden şikâyet artıyor.
Buna rağmen, ‘elaman diyen’ göçmenlere Erdoğan kucak açarken, o göçmenlerden ‘elaman’ dileyen kendi halkına, aynı Erdoğan sessiz kalıyor.
Salgında kendi halkına zırnık veremeyen Erdoğan, göçmenlere kırk milyar doları bir çırpıda nasıl harcayabiliyor ve hâlâ da harcamaya nasıl devam ediyor?..
“Bütünüyle siyasi amaçla”.
Adım adım siyasi amaçla.
“Gaziantep Kent Konseyi’ne” göçmenlerle ilgili gelen bir mektup çok açıklayıcı:
-Birinci adım: Mülteci akını. Komşularımızda kargaşa çıkarılıyor, terör ve iç savaş sonucu bizim ülkemize yığılıyorlar. Kim olduğunu bilmediğimiz insanlar.
İkinci adım: Yaşadığımız yere yabancılaşma. Dil, kılık, tavır farkıyla, kendi evimizde azınlığa düşüyoruz.
Üçüncü adım: Mülkiyet el değiştiriyor. Kendi yaşadığınız mahallede, onlar nedeniyle, kendimizi güvende hissetmiyoruz ve yer değiştiriyoruz. Yer değiştirirken, mülkiyet değişiyor.
Dördüncü adım: Onlara vatandaşlık veriliyor, seçme ve seçilme hakkı kazanıyorlar. O hakkı kim veriyor?.. Bugünkü iktidar.
Beşinci adım: Bugünkü iktidar, kendi yurttaşlarına sağlamadığı kolaylıkları onlara sağlayınca, onların oyları da, bugün tek bir oyu mumla arayan bugünkü iktidara!..
Kent Konseyi’ne gelen mektup olayı niteliyor:
“Kendi topraklarımızda adım adım azınlığa düşüyoruz. Bu bir işgal ve artarak devam edecek”.
Doğru artıyor, Suriyeli, Libyalı, Ürdünlü, İranlı derken, şimdi de Afganlar ve göçmen kaçakçılığı.
Bu iktidar ne yapıyor?. Onlara “merhamet” ediyor ama, ülke adına ateşle oynuyor.
Atasözümüz malum, “merhametten maraz doğar”.
Maraz?.. “Hastalık, dert!..”
“Evet, bu bir işgal, adım adım işgal!..”