Morgda yatan cansız bedeni gösterdiklerinde avazı çıktığı haykırıyor, “Hayıııır, o çocuk benim değil.”
Oysa, DNA testi yapılmış, ne yazık ki, onun çocuğu.
20 Ağustos’ta Gaziantep’de bir düğüne terör saldırısı düzenleniyor, çoğu çocuk, 58 kişi hayatını kaybediyor.
Emine Ayhan o gün hayatının en acı gününü yaşıyor, iki çocuğunu patlama sırasında kaybediyor. Üçüncü çocuk yok, Emine Ayhan çırpınarak üçüncü çocuğunu arıyor. Saldırıdan beş gün sonra beyaz önlüklü birileri geliyor, ona DNA testi yapılıyor.
Anne Ayhan’ı morga götürüyorlar, üçüncü çocuk morgda çıkıyor. Emine Ayhan morgda kendini parçalarcasına yerden yere atıyor, “Benim değil, benim değil.”
Hani “belki” diye beklerken, morga götürülünce, kabullenmek istemiyor. Üçüncü çocuğu, son çocuğu, onun son umudu.
Emine Ayhan hala üçüncü çocuğunu bekliyor, çoktan toprağa verilen çocuğunu. Her gün pencere önünde, her kapı çalınca yerinden fırlayarak, çocuğunu bekliyor.
Buna benzer binlerce insan öyküsü.
Şehitler, gaziler, aileleri, hepsi birer “ajans haberi” olarak gelip geçiyor, geride “Emine Ayhanlar” ve onların çığlıkları kalıyor.
Onca trajedi ve fakat gündem çok başka, “ille de başkanlık.”
Başkanlık dünkü Meclis’te çok farklı bir yaklaşımla yeniden gündeme geliyor.
HDP Türkiye’de şu anda ekonomik kriz olduğundan hareketle, Meclis araştırması açılmasını isteyen bir önerge veriyor. Önergeyi desteklemek üzere kürsüye çıkan CHP Tekirdağ milletvekili Faik Öztrak ekonomik gelişme ve başkanlık sistemi arasında bağ kuruyor:
“Dünyada gelişmiş yirmi ülkenin 17’si, bugün bizde olduğu gibi, parlamenter rejimle yönetiliyor. Birinde doğrudan demokrasi var. Sadece ikisinde başkanlık sistemi var.
Buna karşılık, dünyadaki ekonomisi en kötü yirmi ülkenin 14’ü Başkanlıkla, 5’i yarı başkanlıkla yönetiliyor. Sadece birinde parlamenter sistem var.”
Tesadüf olmasa gerek.
AKP başkanlığı savunurken, iddialarından biri de, “Başkanlık gelirse, ekonomi de, bugünkünden çok daha iyi gelişir” tezi. Fiili durum ve gerçekler, bu tezi yalanlıyor.
HDP’nin verdiği “ekonomik kriz” önergesi ise, baştan sona doğru. Her ne kadar AKP “nurlu ufuklar” çizse de, ekonomide işler hızla çatallaşıyor.
“Nurlu ufuk” nutukları şöyle kenarda dursun, doların Türk Lirası karşısında değer kazanmasına ilişkin bir soruyu Başbakan Binali Yıldırım sözde dalga geçerek geçiştirmeye çalışıyor:
“Dolar iner çıkar, dolarsa ne olur, dolmazsa ne olur.”
Oysa, ekonomik göstergeler hiç de böyle hafife alınacak, dalga geçilecek türden değil.
Son üç ayda, dünyada dolar karşısında en çok değer kaybeden para Meksika parası, onu Türk Lirası izliyor.
Türk Lirası eriyor, Başbakan dalgasını geçiyor.
Özel sektör ise, kan ağlıyor. Türk Lirası'nın dolar karşısında erimesinden dolayı, özel kesimin zararı 40.3 milyar lira.
“Dolar iner çıkar” hangi anlama geliyor, böylece anlaşılmış oluyor.
Parayla ilgili bir başka gösterge.
Yine o anlı şanlı nutuklardan birinde, iddia her zamanki gibi:
“İstanbul’u küresel finans merkezi haline getiriyoruz.”
Bir zamanların “Türkiye enerji koridoru olacak” palavralarına benzeyen büyük laflardan biri daha. “Büyük lokma ye, büyük laf etme” demiş atalarımız.
Merkez olmak şöyle dursun, son bir yılda Küresel Finans Merkezi Endeksi'nde İstanbul on iki sıra birden geriliyor.
“Dolarsa ne olduğu,” nasıl dolduğu bir de burada ortaya çıkıyor.
TÜİK’in “Geçim Koşulları Endeksi” açıklanıyor. Buna göre:
“16.7 milyon kişi yoksul, hemen hemen her beş kişiden biri yoksul."
İşsizlik de öyle, hiç iç açıcı değil. İşsizlik artıyor. Daha kötüsü:
Gençler arasında işsizlik oranı yüzde 19.8 gibi çok yüksek bir oran, her beş gençten biri işsiz.
Bu oran Doğu ve Güneydoğu’da daha yüksek. Çok tehlikeli, dağa hala bu kadar insanın neden çıktığını gösteren bir oran.
İşsizlik artıyor, çünkü yatırımlar düşüyor. 2011 yılında özel kesim 140 milyar lira yatırım yaparken, 2016’da bu rakam 114 milyar liraya düşüyor.
Büyüme de düşüyor. Yılın başında büyüme hedefi yüzde 4.5. Hesaplara göre ise, ancak yüzde 3.2 gibi bir büyüme söz konusu.
Bu rakamların hepsi “dolarsa ne olur, dolmazsa ne olur” torbasına giriyor.
Yine davulla zurnayla “orta vadeli ekonomik program” açıklanıyor aylar önce. Birkaç bakan, bütün TV’ler canlı yayında, “yaşasın bu programla hepimiz kurtuluyoruz” naralarından geçilmiyor. TV’lerde acele tartışma programları, büyüklerimiz gözlüklerini takıyor, hepimizi derinden süzüyor, önlerinde grafikler hepimize anlatıyorlar.
11 Ocak 2016’da açıklanan orta vadeli programa göre, 2017 bütçe açığı 25 milyar lira olarak öngörülüyor.
Meclis’e sunulan 2017 bütçesinde öngörülen açık 47 milyar lira, öngörülen hedefin iki katı.
Açığın önemli nedenlerinden biri, devlette israfın hızla artmakta oluşu.
Bir yanda 16.7 milyon insan yoksulluk sınırında, öte yanda devleti yönetenlerin israfı.
Bu göstergelerin ışığında, yurt dışı kredilendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu kırdıklarında, uğradıkları hakaret kalmıyor. Hakaret gerçeği değiştirmiyor.
“Dolar iner, çıkar,” günün birinde bir de bakmışız ki, “dolarsa öyle bir dolar ki”, alay etmenin, hafife almanın ne demek olduğunu, o sözü söyleyenler isteseler de, istemeseler de, çok iyi anlar.