"Her cuma günü intihar eden oğlu Yavuz’un mezarına gidiyor, mezarının başında ağlıyor..."
Ağır ve uzun süren bir hastalıktan sonra, dün hayatını kaybeden Mesut Yılmaz için diyorlar ya, "oğlundan sonra kendini toparlayamadı" diye... Çok doğru.
Her cuma... Oğlunun mezarı başında... Acısını yeniden ve yeniden yaşamak istercesine...
Ankara Palas’ın görkemli yılları... Önemli toplantı ve yemeklerin vazgeçilmez mekanı...
Ankara Palas’ta pistin ortasında "genç ve zarif bir çift..."
23 Nisan 1984... ANAP iktidarının ilk ulusal bayram günü... 23 Nisan dolayısıyla ANAP Ankara Palas’ta bir yemek veriyor. Hafif bir dans müziğinin eşliğinde.
Dansı o zarif çift açıyor.
"Devlet Bakanı Mesut Yılmaz eşi Berna Yılmaz’la dansı açıyor..."
Davetliler arasında ben de varım. Yılmaz çiftini hayranlıkla izliyorum, "tam bir Cumhuriyet kuşağı, tam bir Cumhuriyet fotoğrafı..."
Uygarlık, zerafet, tevazu... Hepsi yan yana...
Mesut Yılmaz’la yaklaşık yirmi yıl süren bir arkadaşlığımız var. Yok, yirmi yılın sonunda bitmiş bir arkadaşlık değil ama, o yirmi yıldaki gibi, çok sık görüşemiyoruz son yıllarda.
Kısa sürede "senli - benli" nitelik kazanan arkadaşlığımız ANAP iktidarıyla, onun Devlet Bakanı olmasıyla başlıyor. Sonra Turizm Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakanlık yılları...
Çeşitli ortamlarda, bazen onun makamında, Dışişleri ya da Başbakanlık, bazen yurt içi, bazen yurt dışı gezilerde, bazen evinde, ağırlık siyaset olmak üzere, çeşitli konularda sohbet ediyoruz.
Bence, 1950 sonrasında bugüne kadar "gelmiş geçmiş Başbakanlar arasında en donanımlı olanlardan" biri.
Dış görünüşünde genellikle yüzü asık ve ciddi... Ancak, kendi oluşturduğu "o asık yüzün" gerisinde, esprili bir mizaç, tevazu, içi insan sevgisiyle dolu.
Ve müthiş zeki.
Uluslararası ya da yerli bir toplantıya girmeden önce... Konuyu hiç bilmiyor. Dışişleri ya da ilgili Bakanlık onun için kısa bir not hazırlıyor. Toplantıya beş dakika kala o nota hızla göz atıyor.
Toplanıya girip de, söz kendisine geldiğinde, o nottan hareketle "sanki o konuda bir kaç kitap okumuş, sanki konunun uzmanı!.."
Siyasi hesaplarını çok iyi yapıyor, satranç oynar gibi. Ve satrancı çok kişi o anda pek fark etmiyor.
ANAP’ın iktidara geldikten sonraki ilk büyük kongresi... Turgut Özal Başbakan ve ANAP lideri. Kongrede Merkez Yürütme ve Karar Organı (MYK) için seçimlere geçiliyor.
Kongreyi izliyorum, bakıyorum, o kalabalık, o yoğun insan trafiğinin içinde "en arkada ve tek başına Mesut Yılmaz" oturuyor. Ne yanına gelen var, ne giden, ne de o birileriyle gidip konuşuyor. Oysa, MKYK adaylarından biri, sanki MKYK seçimlerine havlu atmış gibi, tek başına.
Sonuçlar açıklanıyor:
"Kongrede en çok oy alan Mesut Yılmaz, büyük farkla ilk sırada MKYK üyeliğine seçiliyor..."
Kendisine soruyorum, "bütün kongre boyunca tek başına oturdun, kimseyle öyle aman aman konuşmadın, nasıl oluyor da, en çok oyu sen alıyorsun?.."
Yakından tanıdığım o muzip ifadesiyle gülüyor, verdiği yanıt tek sözcük:
"Siyaset..."
Aynı siyaset tarzı, Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra, ANAP’ın ilk kongresinde Genel Başkan seçilmesinde de, kendini gösteriyor.
"Özal’a rağmen, ANAP lideri seçiliyor".
O kadar ki, yıllar yılı klasik devlet yönetimi haline gelen, "Cumhurbaşkanı - Başbakan görüşmeleri zaman zaman aksıyor".
Turgut Özal Mesut Yılmaz hükümetinin gönderdiği bazı kararnameleri ya imzalamıyor ya da gerçekte hükümete ait fonksiyonlara el atıyor, kendisi yönetmek istiyor. Bu da, "yetki paylaşımına" girdiği için ikisi arasında anlaşmazlık yaratıyor.
Siyasi yaşamının en zorlu yılları "28 Şubat sonrasındaki Başbakanlık dönemi".
Askerlerin tanımıyla "post modern darbe" niteliğindeki 28 Şubat’tan sonra üstlendiği Başbakanlık dönemi hiç tartışmasız, "askeri vesayetin" ağır gölgesi altında.
O sırada sadece askerlerden oluşan "Batı Çalışma Grubu" var. Her türlü iç ve dış politikayı, her türlü kararı sonuna kadar izleyen, etkili olmak isteyen "post modern bir darbe grubu".
Sırf yeniden demokrasiye dönmek için.. Sırf demokrasi uğruna... Sırf demokratik devletin yeniden işlerlik kazanması uğruna, Mesut Yılmaz Başbakanlık görevini kabul ediyor. Ve o dönemde demokrasiye dönüşte çok önemli katkı sağlıyor.
Ancak, bu çabası "siyasetin nankör alanına" çarpıyor, çoğunluk bu uğraşı nedeniyle, kendisine bir teşekkürü bile çok görüyor hatta, eleştiriler diz boyu!..
Çok acı... O acı hayatına bıçak gibi saplanıyor...
İntihar eden oğlu Yavuz için de, göstermediği özveri kalmıyor. Onun okuması, bir yeri bitirmesi için yurt içinde ve dışında başvurmadığı çare kalmıyor.
Sonrasında, bir iş sahibi olmasında, benzer biçimde çok çaba harcıyor.
Şimdi dikkat:
"Eski bir Başbakan, Dışişleri Bakanı, Turizm Bakanı, Devlet Bakanı... Oğluna bir iş kurmak için araya kimseyi sokmuyor, kimseden bir talepte bulunmuyor, sadece kendisi uğraşıyor."
Siyaseten aramızda çok fark var. Ayrı dünya görüşlerimiz var.
Bununla beraber...
"Arkadaşlık... Dostluk... Pek çok siyasi ve özel alanları paylaşmış olmak... Siyasetçi - gazeteci ilişkisinin ötesinde...
Sevgili Mesut, senden bana kalan teselli bu.
Onca umur görmüş olmana rağmen, yine de, hak ettiğin bir hayatı yaşadığına inanmıyorum".
Türkiye’nin, öncelikle bütün dürüst ve düzgün insanlarının başı sağolsun.