Sırbistan Cumhurbaşkanı Nikoliç ülkesini ziyaret eden, ülkesinde konuk olan Ahmet Davutoğlu ile resmi görüşmelerde bulunuyor.
Nikoliç resmi görüşme sonrasında konuk Başbakanın ülkesi ile ilgili açıklama yapıyor:
“Türkiye’nin Rus uçağını düşürmekteki amacı iki büyük gücü askeri çatışmaya sürüklemekti”.
İki büyük güç, NATO ile Rusya.
Konuk bir Başbakan var, onunla resmen görüşüyor, görüşme sonrasında, diplomaside en nazik, en gergin ilişkilerde bile ender rastlanan bir skandal yaşanıyor. Cumhurbaşkanı konuk ettiği Başbakanı suçluyor, hem de kendi evinde.
Uçağın düşürülmesinden bu yana Rusya’nın Türkiye’ye karşı tavrını destekliyor, Ankara’yı haksız bulmanın ötesinde, uluslararası bir çatışmaya çanak tutmakla eleştiriyor.
Bu tutum sadece Rusya’dan yana olmayı aşıyor.
Belli ki, Sırbistan Cumhurbaşkanının sabrı taşmış, acaba neden?
Sırplar daha baştan Davutoğlu’nun Belgrad’a gelmesini istemiyor.
İstemediklerini öyle gizli kapaklı filan değil, açıkça belli ediyor. Davutoğlu Belgrad’a gitmek istediğinde, “yok gelme” demiyor ama, gelmesinden önce Sırplar;
-Sırbistan’da inşa edilen bir hava alanına Türkiye’nin yapmak istediği bağışı geri çeviriyor,
-Sırbistan parlamentosunda onay bekleyen Türkiye ile ilgili bazı anlaşmaları rafa kaldırıyor.
“Anla artık ve gelme” demenin ta kendisi. Davutoğlu buna rağmen, gidiyor.
İçerde bunca kaos arşı alayı aşmış, bayram değil, seyran değil, Davutoğlu’nun Sırbistan aşkı depreşiyor, hafta başında Belgrad’a gidiyor.
Giderken “orada din adamlarıyla görüşeceğini” söylüyor.
Sırpları deli eden laf.
Geçmişi var.
Geçmiş yıllarda da, Ankara Sırbistan’daki ayrılıkçı dinci unsurlarla, onlardan biri ayrılıkçı imam Zukorliç, görüşmeye çalışıyor. Oradaki Müslüman unsurlarla bağlantı kurarak, Sırbistan’ın iç işlerine karışma merakı. Adamları haklı olarak, deli ediyor.
Sırf bu amaçla yine geçmişte, şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile şimdiki Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın Belgrad’a gönderiliyor. O sırada Belgrat’ta Büyükelçi Süha Umar, ikisini de geldikleri gibi geri gönderiyor ve bir skandalı önlüyor. (Bunun ayrıntısı Umar, Belgrad anılarını kaleme aldığı ‘Belgrad 500 Yıl Sonra’ kitabında anlatıyor).
Hastalık hastalıktır, kronik, geçmiyor bir türlü. Başkalarının iç işlerine karışma merakı, AKP ile birlikte Türkiye’nin başını derde sokan, iflah olmaz, yalnızlaştıran hastalık.
Suriye’de, Mısır’da, Libya’da, Irak’ta olduğu gibi, daha önce defalarca hüsrana uğradığı halde, aynı hastalık yeniden nüksediyor, Ankara bu kez Sırbistan’ın da iç işlerine karışmaya çalışıyor. Din adamları üzerinden.
Burada iki unsur var. Biri başkalarının iç işlerine karışmak, iki, bunu din üzerinden yapmaya çalışmak.
Elin oğlu da, işte böyle tersliyor, resmi görüşme sonrasında, “bu Türkler Rusya ile NATO arasında savaş çıkarmaya çalışıyor” diye, yaftayı yapıştırıyor.
Davutoğlu da tıpış tıpış geri dönüyor.
Bu Davutoğlu’nu kovmaktan beter eden açık, net bir bozgun. Aziz Türk medyasında tek kelimeyle bile söz edilmiyor.
Ya kardeşim, Davutoğlu durup dururken neden Belgrad’a gitti, orada ne oldu, havuzuyla merkeziyle aziz Türk medyasında, ıhhh, satır yok.
2015’e veda ederken, Ankara son anda yine bir dış politika çukuruna düşüyor. Batıda millet Ankara’ya yine bıyık altından gülüyor.
Türkiye ile ilgili Batı'daki imaj çok başka bir yerden daha darbe alıyor.
Bu kez resmiyetle, devlet politikası ile uzak yakın ilgisi yok. Ama, bizim imajımız bir kez daha zedeleniyor.
Birkaç gündür Batı basınında en çok okunan üçüncü haber ne biliyor musunuz?
Nazillispor-Dallıcaspor maçında Mehmet Değirmenci ismindeki futbolcu rakip oyuncu Kayhan Karataş’a arkadan feci bir faul yapıyor, Karataş yere seriliyor, acıyla kıvranıyor, Değirmenci anında kırmızı kart görüyor.
Faul yetmiyor, Değirmenci yerde yatan meslektaşının yüzüne bir de tekme savuruyor. Oha, çüş.
Bu rezilliğin üstünden bir hafta geçiyor ama, Batı basınında en çok okunan haberler dizisinden hala aşağı inmiyor, “İnsanın kanını donduran Türk” yorumuyla.
2016’ya girerken, haydi hayırlı işler.
Her şeye rağmen, umutla, sağlam değerlerinizle iyi yıllar.