2 Nisan 2016, bir yıl önce, Washington’da Nükleer Güvenlik Zirvesi. Ev sahipliği yapan Amerikan Başkanı Obama zirveye katılan liderlerle tek tek görüşmeler yapıyor. Bu arada Tayyip Erdoğan ile de bir araya geliyor.
Görüşme sonrasında Obama basın toplantısında:
“Türkiye’de bazı eğilimlerden rahatsız oluyorum. Kendisine de açıkça söyledim. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye güçlü bir biçimde inanıyorum.
Mr. Erdoğan da bana demokrasi için söz verdi”.
Sadece Obama değil, Türkiye’de basın özgürlüğünün kısıtlanmasını dile getiren pek çok lider ve Batı ülkesi var. Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya, Danimarka, Avrupa Birliği, Fransa gibi.
Batıdan gelen basın özgürlüğü eleştirilerine karşı gerek Erdoğan’ın, gerekse diğer AKP yetkililerinin verdiği yanıt şu:
“Türkiye’de basın hiç bir ülkede olmadığı kadar özgürdür. Bunu eleştirenler yanılıyor. Hapiste olan hiç bir gazeteci yok, hapiste olanlar teröristlerdir”.
Son otuz, kırk yıldır “terörist” tanımı belli örgütlerle anılıyor, silahlı çatışmayı sürdürenlerle.
Son dokuz aydır “terörist” tanımına bir ek yapılıyor:
“FETÖ’cü”.
FETÖ’cüler farklı, bunlar darbe peşinde koşanlar, iktidarı demokrasi dışı yollarla devirmek isteyenler.
Ancak, kısa süre içinde “FETÖ’cü” olmak çok geniş bir alana yayılıyor. Sadece darbe peşinde koşanlar değil.
Her türlü muhalif sesin FETÖ’cü olmakla suçlanması alışkanlık haline geliyor. Cemaatle ilişkisi var yok, olması mümkün değil, hiç fark etmiyor.
Bir kaç gün önce bu suçlamadan Sözcü de nasibini alıyor, Sözcü’nün sahibi ve üç çalışanı ile ilgili gözaltı kararı alınıyor, “örgüt üyesi olmamakla birlikte FETÖ propagandası yapmak” suçlamasıyla.
Cumhuriyet’ten sonra Sözcü’ye de neşter vuruluyor.
Türk Basını üzerinde aylardır, hatta son bir kaç yıldır bir hayalet dolaşıyor.
O hayalet son aylarda genişlemiş bulunan “terörist” tanımını basına uyguluyor. Hangi kurumun, hangi gazetecinin üzerine, ne zaman çökeceği belli olmayan, ama mutlaka muhalif kanatta yer alan gazete ve gazetecilere darbe indiren bu hayaletin ezberlenen suçlaması aynı:
“FETÖ’cülük...”
Devamı yine ezberi bozmayan bir kalıp:
“Örgüt üyesi olmamakla birlikte...”
Ardından gelsin gözaltılar, tutuklamalar... Aylarca hapis... Ya iddianame? Nasıl olsa, günün birinde hazırlanır!
Erdoğan’ın Obama’ya söz verdiği “demokrasi” bu mu?
Yoksa, Obama mı yanlış anlamış?
Aslında Sözcü ve ondan önce Cumhuriyet’e yönelik FETÖ suçlamasına karşı savunmaya geçmek bile abes. Bunu AKP’deki bazı yandaşlar bile görüyor. Ve nasıl oluyorsa, bundan duydukları rahatsızlıklarını dile getiriyor.
Traji komik, iler tutar tarafı olmayan suçlamalar.
İşte, Sözcü dün bunu çok açık, net, tartışmaya asla yer bırakmayacak biçimde kendi geçmiş yayınlarından örneklerle kanıtlıyor.
En çarpıcı olanı 10 Aralık 2010 tarihli manşeti:
“APO - FETÖ ittifakı”.
Sözcü dünkü manşetinde haklı olarak ekliyor:
“Daha ortada FETÖ lafı yok iken, Sözcü FETÖ diyor”.
Çok haklı, çok doğru.
Yedi yıl önce kim bilir kaç AKP’li, şu anda artık hangi görevlerde iseler, koşup FETÖ’nün elini öpmekle meşgul iken, Sözcü “FETÖ” kavramını kullanan ilk gazete.
Sözcü’nün yedi yıl önce adını koyduğu bu ilişkiler ağı, AKP iktidarı tarafından ancak 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında aynı deyimle niteleniyor: “FETÖ”.
17 - 25 Aralık yolsuzluk iddiaları sürecinde bile “cemaatin adı paralel yapı”.
“FETÖ” lafı o zaman bile yok.
Ama, şimdi...
“Kim muhalif ise, FETÖ’cü terör örgütü üyesi olmamakla birlikte...”
Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 155. sıraya düşüyor.
15 yıllık AKP iktidarı döneminde 56 basamak geriliyor. 56...
Sözcü’ye yapılan müdahale ile birlikte, bir kaç basamak daha geriliyor.
“Sözcü’ye Operasyon”...
Gözaltı kararının ertesi günü yandaşların tamamı dahil, bütün gazeteler Sözcü ile ilgili vahim olayı birinci sayfalarında genellikle bu sözlerle duyuruyor, ikisi hariç.
O iki gazeteye bakıyorum, bir zamanların etkin, tarafsız, bağımsız, yüksek tirajlı, köklü, hafif sosyal demokrat ruhlu ve geriye dönük bakınca, “yandaş” olması mümkün görünmeyen o iki gazetede Sözcü ile ilgili haberi birinci sayfada görmeyince, aklıma Shakespeare’in klasik oyunlarından “Venedik Taciri” geliyor. Oradaki bir tiratın bir kaç cümlesi :
“Eğer beni seviyorsan, hangi sandıktayım bileceksin / Müzik çalsın o seçimi yaparken / Ne olacak bu müzik / O zaman taç giymiş hükümdar önünde sadık bendeler eğilirken / çalan borazanlar olsun”.
Bir zamanların siyasal literatüründe yer eden bir kavram, “sadık bendeler”.
Geçmişteki nitelikleri ne olursa olsun, taç giyen kim ise, onun karşısında kayıtsız şartsız selam duranlar. Ruhlarını inkar edenler.
Tarih bunların hepsini yazacak.