“Soru: Derviş! Sen bu geçmiş tevarihleri kendü tevarihüne zamm etmeğe sebep ne?
Cevap: İki vecden ötürü. Biri bu kim ben geçmiş tevarihleri müteala edip hakikati bildim ve biri dahi benim tevarihümü bildürmektür”. (Tevarih, tarih; zamm, eklemek; vecd, sebep).
Aşıkpaşazade tarih araştırmalarına temel olan “Tevarih-i Al-i Osman” (Osmanlı Tarihi) kitabına girişte böyle yazıyor. Yani, genel tarihi öğrenip, kendi özel tarihin ile birleştirerek gerçeğe ulaşmak. Bunun yolu “yazmaktan” geçiyor. Hele de, kitaplar hariç, kırk iki yıl haber, dizi, röportaj, yorum olarak on bini aşkın yazı yazmış ve yazmayı en büyük eylem gören benim gibi biri için yazmak, vazgeçilmez, paha biçilmez bir tanıklık.
Bu tanıklığın en çarpıcı örneklerinden biri Sovyet Devrimi sırasında Moskova’da görev yapan İngiliz Guardian gazetesi muhabirinin serüveni. O gazeteci Lenin’le satranç oynuyor. Kıskanılacak bir gazetecilik. Devamı bugün bizim ülkemizde aya ayak basmak gibi. Satranç oynayacak ölçüde yakınlığa rağmen, gazeteci ne Lenin’e yaltaklık yapıyor, ne Lenin ona soruları ısmarlıyor ya da ters sorular karşısında öfkeleniyor.
Kavgalarla hırpalanmış, yaltaklıkla rayından çıkmış bizdeki gazeteciliğin kapısını başka dünyalara açmak gerek. Bu bıktırıcı döngüye kapılmadan, ayrıca çömezinden en kralına kadar “Brutuslerin” kol gezdiği bizim alemde, zor da olsa, Aşıkpaşazade’nin peşinden gitmek, Lenin’le satranç oynamak huzur veren bir hedef.
***
Günümüz tarihinde Alman Başbakanı Merkel’in İstanbul ziyareti başköşeye oturuyor. Mülteciler, Afgan, İran, Irak ama asıl Suriye’den gelen mültecilerle ilgili geçen hafta Tayyip Erdoğan Brüksel’de bir dizi görüşmede bulunuyor. Merkel’in dün gelişi bununla bağlantılı.
Almanya’ya 5 Eylül-15 Ekim arasında 409 bin Suriyeli gidiyor. Ne Almanya, ne AB onları istemiyor, “en iyisi onlar yine Türkiye’de kalsın, biz Türkiye’ye yardım edelim.” Erdoğan bunun karşılığında şartlarını sıralıyor:
-Bize para verin, evet veriyorlar, üç milyar Avro.
-Bize vizeyi kaldırın, evet belki belli sınırlamalar içinde.
-Buzdolabına kaldırılan AB ile görüşmeler yeniden başlasın, evet belki yeniden başlayabilir, nasıl olacağına ilerde karar verilecek.
Bunlara Erdoğan çok çarpıcı bir dördüncü şart ekliyor. “Der Spiegel’den” alıntı yapıyorum:
“Erdoğan, Türkiye’nin emin bir ülke olarak ilan edilmesini istiyor, politik takibin olmadığı bir ülke olarak. Bu şart çok tartışılıyor. Basın özgürlüğü bulunmayan, Kürtlerle çatışan bir ülkenin bu biçimde ilan edilmesine itirazlar var”. (Spiegel On Line, Merkel bei Erdoğan, Plötzlich Partner, Merkel Erdoğan’la, Aniden Ortak).
Her gün, her köşesinde kitle halinde kan akan bir ülke nasıl “emin bir ülke”? Ya da kimin başına, ne geleceği belli olmayan bir ülke “politik takipten” nasıl uzak kalacak?
Hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin rafa kalktığı bir dönemde Erdoğan Batı’nın markajından kurtulmak derdinde. Ara sıra çatsa, hakaret etse de, belli, Batı baskısından iyice bunalmış. Mülteci gerekçesi ile AB’nin ve Almanya’nın vermeye hazırlandığı rüşveti fırsat görüyor. “Politik takip”, yani Batı baskısı, yani her gün Batı basınında kendisine yönelik eleştirilerin son bulması şartını koşuyor. Nasıl olsa mülteciler Batı’nın korkulu rüyası, Erdoğan “ne koparırsam kardır” diye düşünüyor. Çok zor koparabileceği bir şart.
AB ve Merkel ise, “Türkiye’yi tam hasta adam olarak yakaladık, üç, beş kuruş verir, mülteci derdinden kurtuluruz” planları yapıyor. Vize ve AB fasıllarına gelince, daha zamanı var. Kim öle, kim kala.