"Salgın nedeniyle yaşadığımız zorlukların ülkemiz ve milletimiz için yeni müjdelere kapı aralayacağına inanıyoruz."
Hepimiz büyük sabırsızlıkla o "müjdeyi" beklerken, Tayyip Erdoğan devam ediyor:
"Türkiye bu salgın sürecinden çok daha güçlenerek çıkacaktır."
O kadar güçlenerek çıkacaktır ki:
"Türkiye bu yeni sürece en hazırlıklı giren ülkelerden biridir."
O kadar hazırlıklı giriyor ki:
"Son bir yıldaki tecrübelerimiz, bizim sık sık vurguladığımız, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki farkı açıkça ortaya koymaktadır."
O farkı içerdeki "siyasi muhterisler" görmüyor ama, görenler var:
"Türkiye'nin örnek başarısını yurt dışındaki vatandaşlarımız daha iyi görüyor."
Bu başarının başka göstergeleri de var:
"157 ülke ve 12 uluslararası kuruluşa yardım göndererek, Türk Milletinin ali cenaplığını gösterdik."
Erdoğan'ın Türkiye'nin salgınla mücadeledeki bu müthiş başarı hikâyesini anlatan pek çok konuşması var. Yukarıdaki sözler 11 Nisan'da İstanbul'daki konuşmasından.
Erdoğan hepimize, her gün salgınla mücadele başarısının "müjdelerini" veriyor, ertesi gün o "müjdeler" yandaş medyada manşetlerde yer alıyor. Hele bir almasın!..
Erdoğan üç gün önce hepimize bir "müjde" daha veriyor. Bayram nedeniyle yayınladığı videoda:
"Salgını kontrol altına almış olarak, bayram sonrasında kontrollü bir şekilde normalleşme adımlarını atıyoruz."
Başarı hikâyesini anlatırken, kullandığı cümleyi bayram videosunda tekrarlıyor:
"Türkiye bu salgın sürecinden çok daha güçlenerek çıkacaktır."
Bu videoyu yandaşlar manşetlerinde yine "müjdelerle" kutluyor. Bilim insanları her sefer kaygılarını dile getirseler de, "evvel Allah, biz salgınla mücadelede iyiyiz", hiç mesele yok!..
Ama, kör talih!.. Kötü tesadüf!..
Tam biz hepimiz salgında mücadele başarısını milletçe kutlarken, o "müjdeler" tam hepimizin hayatının bir parçasına dönüşmüşken...
Şu "elin oğlunun" yaptığına bakar mısınız?..
"Bu ayın 29'unda, İstanbul'da oynanması bir yıl önceden karara bağlanan UEFA Şampiyonlar final maçı İstanbul'dan alınıyor, Portekiz'in Porto kentine taşınıyor."
"Normale dönüleceği" müjdesi verilirken, bu münasebetsiz haber patlıyor.
Kararı alan UEFA, maçın Porto'ya alındığını dün resmen açıklıyor, başvuru İngiltere'den.
Final maçı bu yıl iki İngiliz takımı, Manchester City ile Chelsea arasında.
İngiliz hükümeti maçın İstanbul'dan alınmasını, İngiltere'de oynanmasını istiyor, bu amaçla UEFA'ya başvuruyor.
İngilizler başvuru ile yetinmiyor, aynı zamanda bir başka karar alıyor:
"Türkiye'yi kırmızı listeye alıyor. Türkiye'den İngiltere'ye gelecek olanlar için on gün karantina koşulu getiriyor."
Maça belki sekiz, on bin taraftarın gitmesi söz konusu. Futbolcular, yöneticiler... Ve dönüşte hepsi on gün karantinaya alınacak, masrafları kendilerine ait olmak üzere.
İngilizler neden böyle bir karar alıyor?..
"Çünkü, pek çok ülkede hayat normale dönerken, Türkiye salgının en fazla yaygın bulunduğu Avrupa'da birinci, dünyada dördüncü ülke."
Hatta, o 'kırmızı liste', sadece futbol finali ile ilgili değil, genel olarak Türkiye'ye her türlü gidiş - gelişlerle ilgili.
"Elin oğlu" "müjde" filan takmıyor, salgının boyutlarını görüyor, biliyor, kendi insanını korumak adına, UEFA'yı sıkıştırıyor, isteğini de, alıyor.
İngilizlerin maçın İstanbul'dan alınmasını istediği haberleri çıkınca, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir kendinden emin, açıklamasını patlatıyor:
"Her şeyimizle finale hazırız. Bütün tedbirlerimizi aldık, UEFA ile görüşmelerimiz devam ediyor. Maçın hiçbir şekilde başka bir yere alınması söz konusu olamaz. Gelip, kuzu kuzu oynayacaklar."
Malum, günümüzde palavra atmak, büyük konuşmak, gerçeklere sırtını dönmek, kendinin ne olduğu bilmemek modası her yanı sarmış bulunuyor.
Eh, Nihat Özdemir'in o Başkanlığa atanması, boşuna değil.
Aynı zamanda bu dönemin "en kazançlı müteahhitlerinden" ve yandaşlığın bir parçası olarak "kuzu kuzu, finale her şeyimizle hazır olduğumuzu" söylemesin de, azar mı işitsin!..
Gelin görün ki, "elin oğlu" her şeyin farkında, Türkiye'nin salgınla mücadelesinde kendi yurttaşlarına verdiği "müjdelerin doğru olmadığını" biliyor.
İngilteresi de, biliyor, UEFA'sı da ve hatta başkaları da...
Kim o başkaları?..
Kısaltması F 1, Fransızcası "Grand Prix", Türkçesi "Büyük Ödül" ya da Formula 1, tek kişilik, açık tekerlekli otomobil yarışları, değişik ülkelerde, özel yollarda yapılan yarışlar.
İstanbul'da da yapılıyor ve bu yıl 11 - 13 Haziran arasında yine İstanbul'da yapılması öngörülürken...
Hay Allah, aksi şeytan!..
Organizasyonu düzenleyen yine "elin oğlu."
Bakar mısınız bize yaptığına?..
"Bizim salgınla mücadeledeki başarımıza" ve her fırsatta dile getirilen o başarı "müjdesine" onlar da, inanmıyor!..
Ve onlar da...
"11 - 13 Haziran tarihlerindeki Grand Prix yarışlarını İstanbul'dan geri çekiyor."
İstanbul'a gelirsek, bize de virüs bulaşabilir korkusuyla, o virüsü ülkemize taşırız kaygısıyla...
Tayyip Erdoğan, her fırsatta "salgını kontrol altına aldık" dese de, buna kimse inanmıyor.
"Normalleşme adımlarını atıyoruz" nutukları çekse de, "elin oğlu", hiç oralı değil.
Sözcü İbrahim Kalın'ın bir zamanlar dış politikada Türkiye'nin yalnızlığını kabul ederken, ama bunu lüks bir dile çevirirken, söylediği "değerli yalnızlık" işte böyle bir şey.
Dış politikada herkesle kavga edersen, yalnız kalıyorsun, kimse sana yüz vermiyor.
Salgınla mücadelede başarısız kalırsan ve salgın senin ülkende hala en büyük tehlike ise, bu sefer "senin değerli yalnızlığın yeşil sahalara ve otomobil pistlerine" uzanıyor.
İki takım finali şimdi "kuzu kuzu" Porto'da oynamaya hazırlanıyor!..