“Amerika’nın bize karşı bir planı olduğu artık iyice anlaşılıyor. Kuzey Suriye, en doğusundan batıya doğru bir terör koridoru oluşturulduğunu görüyoruz.
Kurulmakta olan üsler, yaklaşık 1300’dü TIR olarak, bu sayı iki binin, üç binin üstüne çıktı. Bu TIR’larla zırhlı taşıyıcılar, silah ve mühimmat bu bölgeye geldi.
Bu silahlar bu bölgeye niye gelir?
Terör örgütünü kollamak, büyütmek için neler yaptığını hiç bir inkara imkan vermeyecek açıklıkta anlatmıştır”.
Bu sözler dünkü grup konuşmasında Tayyip Erdoğan’a ait. Erdoğan dün grup konuşmasının büyük bölümünü, neredeyse tamamına yakınını Amerika ile ilişkilere ayırıyor.
“Ayırmak” yanlış bir kavram, Erdoğan dün bütünüyle Amerika’ya giydiriyor. Giydirdikçe giydiriyor:
“Sırf Türkiye’nin operasyonlarına engel olmak için teröristleri koruması altına alan Amerika’nın müttefikliğini nasıl kabul edeceğiz? DEAŞ bahanesiyle yürütülen bu sinsi oyunun gizlenecek tarafı kalmamıştır.
Bizi Amerika’da çarmıha germeye çalışanların burnumuzun dibinde terör devleti kurma girişimini eli kolu bağlı, seyredecek değiliz”.
Amerika’ya yönelik çok ağır suçlamalar. Amerika’nın terör örgütünü kolladığını ve sınırlarımızın hemen ötesinde “terör devleti kurma girişiminde” olduğunu söylüyor.
Kapalı kapılar arkasında, baş başa görüşmelerde bile kolay kolay dile getirilemeyecek suçlamalar.
Erdoğan “Amerika bu silahları nerede kullanacak” diye soruyor ve ekliyor:
“DEAŞ diye bir şey mi kaldı ortada? Suriye’ye karşı mı, Irak’a karşı mı kullanacak? Ya İran ya Türkiye, sıkıysa Rusya”.
Elbette bu silahlar doğrudan doğruya Türkiye’ye karşı değil ama, terör örgütü üzerinden Türkiye’ye yönelik bir tehditten söz ediyor Erdoğan.
Amerika’nın PYD ve YPG’ye silah verdiği konusu yeni değil. Daha önce Amerika’yı bir kaç kez uyarıyor, on gün önce bir telefon görüşmesinde Trump silah göndermeyi durduracağını söylüyor ancak, devreye Pentagon giriyor ve Trump’ın verdiği sözü tekzip ediyor.
Zaten Erdoğan dün bu nedenle “Amerika’nın 28 Şubat’ı” deyimini kullanıyor, Amerikan derin devleti Başkanı sallamıyor, anlamında.
Amerika’ya yönelik çok ciddi suçlamalar, hem de milletin gözü önünde.
Erdoğan Amerika ile ipleri kopartıyor. Daha ne söylesin.
Teröristlere devlet kurdurma faslı bitiyor, sıra Amerika’nın “İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıyacağı” haberlerine geliyor. Erdoğan orada Amerika ile ipleri ikinci kez kopartıyor:
“Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir. (...) Eğer böyle bir adım atılacak olursa, hemen İslam İşbirliği Teşkilatı liderler zirvesini İstanbul’da toplayacağız. Bununla da kalmayacağız, çok daha önemli etkinliklerle tüm İslam dünyasını hareketlendireceğiz”.
Amerika’ya açıkça ültimatom veriyor.
Bu arada İsrail ile diplomatik ilişkiler yine havaya uçuyor. İsrail’e de giydiriyor, “diplomatik ilişkilerimizi keseriz” diyerek.
Önce terör örgütü ve silahlar üzerinden, sonra Kudüs ültimatomu ile Ankara - Washington hattını iptal ediyor.
Bir Cumhurbaşkanının böyle ulu orta bir devlete, hem de Amerika’ya, ağır suçlamalar yöneltmesi pek görülmüş bir şey değil.
Erdoğan neden bu kadar celalleniyor?
Kesinlikle haklı olduğu noktalar var, terör örgütüne silah verilmesi gibi. Yine de Amerika’nın üzerine neden bu kadar gidiyor?
Dünkü konuşmasında ayrı ayrı yerlerde iki önemli cümlesi var.
Biri, “Amerika’nın bize karşı bir planı olduğu anlaşılıyor” cümlesi, diğeri de, “bizi Amerika’da çarmıha germeye çalışanların girişimini eli kolu bağlı seyredecek değiliz”.
“Biz” dediği aslında Türkiye değil, “kendisi”.
Gerçi, her iki cümleyi de, terör ve YPG ve PYD’ye silah yardımı bağlamında söylüyor ama, psikolojik olarak arkasında başka bir olay var sanki:
Zarrab davası.
TV’lerde günlerdir her tartışmada, her önüne gelen “Zarrab davası ile Amerika’nın Erdoğan’ı yıpratmak, hatta düşürmek istediğini” söylüyor. AKP’nin sözcüleri, bakanları dahil aynı düşüncede.
Erdoğan dün bunu ilk kez dile getiriyor. Araya Kudüs’ü de katarak.
Dünkü konuşmadan sonra Türk - Amerikan ilişkileri artık bir başka dalgaya geçiyor. Çok daha elektrikli, frekansı çok daha yüksek bir dalgaya.
Ancak, bundan sonra o söyledi, biz cevap verdik, o şöyle yaptı, biz böyle karşılık verdik, faslı geride. Bunu onarmak o kadar kolay değil, hele de Kudüs üzerinden İslam ülkeleri ültimatomu sonrasında.
Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken, aklıma İsmet Paşa’nın ünlü sözü geliyor:
“Büyük devletlerle ilişkiler ayı ile yatağa girmeye benzer”.
Bilmem, Erdoğan bu sözü hatırlıyor mu?