- “Devin Adı İstanbul”.
- “Zafer Anıtı”.
- “Gurur Duy Türkiyem”.
- “Dünyanın İncisi İstanbul”.
- “95 Yılın Gurur Anıtı”.
Bunlar dünkü gazetelerden manşetler, İstanbul’daki yeni hava alanının açılışına dönük haberler. “Gurur duyma” yarışına medyanın bazı köşeleri de katılıyor, onlar da yalakalık yarışında eksik kalmıyor ve “Erdoğan’ı hayranlıkla izliyor”.
Açılışını yirmi bir TV kanalının canlı yayınladığı “İstanbul Hava Alanı”, yurt dışında alanın kendisinden çok bu manşetler, bu yazılar ve “iktidara yaranma yarışıyla” dikkat çekiyor. Elin oğlu elbette dalgasını geçiyor.
Onlar dalga geçiyor, bizde ise, “medyanın hali pür melali” bir kez daha kayda geçiyor.
Emir - komuta zinciri eşliğinde, “Gururmuş”, “Anıtmış”, v.s.
95 yılda, “anıt ve gurur” adına, gurur duyabileceğimiz sanki onca baraj, onca köprü, yol, rafineri, fabrika, hava alanı yok, sadece bu hava alanı ile “anıt, zafer, dev, inci” v.s. var.
Hele de, “Erdoğan’ı hayranlıkla izleyen” Hacıyatmazların ibretlik sefaleti, o manşetlere tuz biber ekiyor.
Yeni hava alanı kapasitesi, vereceği hizmetler ve diğer öncelikleri ile elbette önemli bir yatırım. Ancak, o yatırımın bir de üstünde durulması gereken yönleri var ki, yandaş medyanın gündeminde yok.
Yatırımın başladığı günden bu yana tartışılan üç tehlike içeren bir hava alanı ile karşı karşıyayız.
-Rüzgara açık olması.
-Zeminin kurutulmuş göletlerle kaplı olması.
-Kuşların göç yolları üzerinde olması.
Uzmanlardan aldığım bilgiye göre, her üçü de, bir hava alanı yer seçiminde en az dört, beş yıl üzerinde çalışılması gereken noktalar. Hava alanı trafiğe açıldığı andan itibaren, her an karşılaşılabilecek hayatı tehlikeler.
Bunun yanında bir de, inşaat sırasında işçilere reva görülen muamele ve 27 işçinin kazalarda hayatını kaybetmesi.
Buna karşı çıkanlardan sanıyorum, yirmi işçi halen cezaevinde. Haklarını aradıkları için.
Merkezi Brüksel’de, Eurocontrol, Türkçesi “Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı”. Avrupa’daki tüm havacılık çalışmalarını denetleyen uluslararası örgüt.
Bu örgütün kendi “anayasasının” maddelerinden birinde şöyle:
“Eurocontrol üyesi ülkeler kullandıkları hava sahası için orada uçtukları her mil başına belli bir ücret öder”.
Bütün Avrupa ülkeleri bu örgüte üye.
Türkiye de bu örgüte 30 Kasım 1988’de üye oluyor. Uçuş güvenliği için.
Bu üyelik gereği, 38 Avrupa ülkesi gibi, Türkiye de kullandığı yabancı hava sahaları için mil başına belli bir ücret ödüyor, 1988’den bu yana.
Konunun ne yeni, ne de saklanacak ve saptırılacak bir yönü var.
Yeni hava alanı “İstanbul’un” yukarıda aktardığım gibi, “fazla rüzgar alan” bir özelliği var. Özellikle lodoslu havalarda ve kış aylarında o rüzgar daha da artıyor.
Rüzgarın artması demek, uçakların iniş ve kalkışını zorlaştırması demek.
Hele de inişlerde, hemen inemeyebilir, havacılık deyimiyle “meydan turu” atmak zorunda kalabilir.
Hemen inemeyecek, havada tur atması gerekecek.
Nereye?..
En yakın hava sahası Bulgaristan’a.
Her uçağın Bulgaristan hava sahasına her girişi için Eurocontrol kuralı gereği, Bulgaristan’a mil başına belli bir ücret ödenecek.
Bu uluslararası değişmez bir kural.
Konuyu CHP milletvekilleri Faik Öztrak ve Gamze Akkuş İlgezdi soru önergeleriyle Meclis’e taşıyor.
Ulaştırma Bakanlığı açıklama yapıyor:
“Herhangi bir iç hat uçuşunun Bulgaristan, Romanya veya bir başka ülke hava sahasını kullanması ve bunun karşılığında Hazineden para ödenmesi tamamen gerçek dışıdır”.
Kimse “Hazineden para ödenecek” demiyor. Sadece “para ödenecek mi” diye soruyor.
Yanıt aldatıcı.
Hazine değil, muhtemelen THY ödeyecek.
Doğru, ödemeyenler var.
Ambulans uçaklar, yardım götüren uçaklar ve askeri uçaklar. Geri kalan tüm ticari, nakliye ve yolcu uçakları ödüyor.
Bu kadar gürültüyle açılıyor, ama Atatürk Hava Alanı kullanılmaya yine devam ediyor. “İstanbul’un” tam kapasite devreye girmesi için, Erdoğan’ın açıklaması, on yıl gerekiyor.
Her şeye rağmen, yandaşlık icabı, ne de olsa, “anıt, inci, gurur” v.s.
Şimdi imrenerek izlediğim, izlediğimiz başka bir haber var.
Almanya’da CDU’nun başkanı ve Başbakan Merkel 2021 seçimlerinde aday olmayacağını, genel başkanlığı ve Başbakanlığı bırakacağını açıklıyor.
Bu ani kararı kimse beklemiyor. Neden böyle bir karar?..
Kardeş partisi CSU iki hafta önce Bavyera Eyaletinde:
1962’den bu yana ilk kez eyalet parlamentosunda çoğunluğu kaybediyor.
Kendi partisi CDU Hessen Eyaletinde yüzde on oy kaybına uğruyor.
Sonuçta eyalet seçimi, ama oy kaybı var ve Merkel çekiliyor.
Bizim liderler baraj altında kalıyor, Meclis’e giremiyor, şekil 1 Devlet Bahçeli, arka arkaya bir, üç, beş, yedi yerel ve genel seçim kaybediyor, şekil 2 Kemal Kılıçdaroğlu hiç tınmıyor bile, şekil 3 seçim kaybeden pek çok lider kılı kıpırdamadan devam ediyor.
Almanya ile Türkiye arasındaki farklardan biri de burada. Uygarlık, gelişmişlik ve uzantısında politik nezaket kuralında çok ciddi farklar.