27 Ekim 2011...
“Milli Güvenlik Kurulu” (MGK) toplanıyor.
Belirtilen tarihten dört gün önce, 23 Ekim 2011’de “Van’da 7.2 şiddetinde meydana gelen depremde 644 yurttaşımız hayatını kaybediyor”.
O sırada Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan Başbakan.
Depremden sonra toplanan MGK’da depremin de görüşüldüğü açıklanarak, şöyle deniyor:
“Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini temin etmek, acil barınma, iaşe ve benzeri ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli tüm tedbirlerin, hiç bir fedakarlıktan kaçınılmaksızın, alınmaya devam edileceği teyit edilmiştir”.
Ardından klasik söylem geliyor:
“Depremde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı, yaralananlara acil şifalar...”
MGK bildirisinde dikkat çeken bir nokta var:
“Bildiri sadece Van depremiyle sınırlı.
Deprem bağlantısında, ülkeyi bütünüyle deprem tehlikesine karşı çalışmalar yürütüleceğine ilişkin herhangi bir kayıt yok”.
Oysa, yıllardır biliniyor ki, Türkiye yoğun ve tehlikeli bir deprem ülkesi.
Son yüzyıl içinde sayısız deprem felaketi yaşamış, en büyüklerinden birini de 1999 yılında Gölcük’te yaşamış.
Jeolog, jeofizikçi, kent planlamacı, mühendis, sosyal bilimci pek çok bilim adamının sürekli vurguladığı gibi:
“Deprem artık bir milli güvenlik sorununa dönüşmüştür”.
Deprem ülkemizin, milyonlarca insanımızın bugün ve yarın için en büyük tehlike kaynağı haline geliyor. Varlığımızı tehdit eden temel soruna dönüşüyor.
Buna rağmen...
27 Ekim 2011 tarihli MGK bildirisi depremi Van’la sınırlı bırakıyor ve daha geniş bir perspektifte ele almıyor.
Bu iktidarın en sevdiği deyimlerden biri “beka”.
Ne demek bu?..
“Var olmak, kalıcı olmak”.
Yani, herhangi bir konu “beka sorunu” ise, o sorun var olmayı tehdit eden bir sorun olarak görülüyor.
AKP “beka sorununu”, yerine göre, çeşitli alanlarda kullanıyor.
Oysa...
“Deprem...
Al sana en büyük, en tartışılmaz beka sorunu”.
Var olup olmamak sorunu.
2011... 2023...
Eskiden düzenli olarak her ay toplanan MGK, halen iki ayda bir toplanıyor. Zaman zaman olağanüstü durumlarda da, toplantı yapılıyor.
Depremin ele alındığı 27 Ekim 2011’deki MGK’dan bu yana...
“MGK bildirilerinde, Türkiye’nin öncelik sorunları arasında depremin yer aldığını pek görmedim”.
Gözümden kaçmış olabilir ya da ben ulaşamamış olabilirim ancak, deprem MGK bildirilerinde yer alan ağırlıklı konulardan biri değil.
“Ülkemizin ve hepimizin beka sorunu ama, sürekli yer alması gerektiği halde, MGK’da yok!..
Sadece depremle karşılaşıldığında var”.
Örneğin terör gibi, her MGK bildirisinde vurgulanan bir konu değil.
Bu depreme tanınan önceliği göstermesi açısından, çarpıcı bir veri.
Bir başka çarpıcı ve fakat MGK gibi, genel değil, tekil bir durum.
Huzurlarınızda yeniden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu...
Son olarak, bakın ne diyor:
“Kendimin hazzetmediği, terör örgütüyle ilişkilendirdiğim bir partinin belediyesine de, ‘burada çadır kurabilirsin’ dedim”.
Hemen her konuşmasında bir skandala imza atan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu son olarak, yeni bir gaf daha yapıyor, ‘bizim hazırlığımız İstanbul’a depremiydi’ diyor. En çok bu cümlesi tepki topluyor.
Oysa, HDP’yi kastederek söylediği cümle, olağanüstü vahim.
13.5 milyon insanımızın yaşadığı bölgede dünya bilim adamlarını şaşırtan, dokuz saat arayla olağanüstü iki deprem yaşanıyor, 160 bin kilometrekareyi etkiliyor. Dört milyon yapının bulunduğu on bir il yerle bir oluyor, bilim adamlarının hesaplarına göre, “yaklaşık 200 bin kişi göçük altında kalıyor”.
Uçan kuşun bile gördüğü gerçek, arama ve kurtarma faaliyetleri her yönde gecikiyor, depremden sonraki kurtarma açısından en değerli saatler boşa harcanıyor.
Arama ve kurtarma faaliyetine, insanlara yardıma önce yerel yönetimler koşuyor. Bu arada elbette yöredeki HDP belediyeleri de bu göreve katılıyor.
Ve İçişleri Bakanı Soylu’nun sözleri:
“Kendimin hazzetmediği bir partinin belediyesine de, burada çadır kurabilirsin, dedim”.
Soylu meğer ne “yüce gönüllü insanmış”, haberimiz yokmuş!..
Binlerce insan ölüyor, on binlerce insan göçük altında kurtarılmayı bekliyor, kurtarılanlar, depremden sağ çıkanlar gıdadan çadıra, tuvaletten giysiye, suya, ısınmaya kadar bin türlü ihtiyaç içinde...
“Soylu, HDP’li belediyeye çadır kurma izni vermekle övünüyor!..”
Binlerce insanın hayatı perişan olmuş, koskoca bir bölge toprağa gömülmüş, bir İçişleri Bakanı hâlâ nerede?..
Hâlâ kutuplaştırma, hala ötekileştirmeye vurguda bulunmak...
Bunlar mı, depremin yaralarını saracak?..
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |