Protesto yok, aleyhte gösteri yok. Son derece sakin ve sessizce...
Günün birinde genç bir kız, onun evine gidiyor, dünyaca ünlü kitaplarından bir kaçını kapısının önüne bırakıyor. Sonra İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamış bir yaşlı adam aynı evin önüne gidiyor, o da bir zamanlar keyifle okumuş olduğu kitaplarını kapısının önüne bırakıyor.
Derken...
Evinin önüne kitap bırakanların sayısı hızla artıyor, sakin, sessizce ve hiç bir gürültü çıkarmadan. Sadece onun yazdığı kitapları kapısının önüne bırakıyorlar.
Bir kaç saat içinde kapısının önü kendi yazdığı kitaplardan neredeyse bir "dağ" oluşturuyor.
"Oslolular, yani Norveçliler" kitap bırakma eylemini ertesi gün de sürdürürken, o evinin penceresinden olup biteni izlemekten başka çare bulamıyor.
Bir zamanlar onunla övünen Norveçliler şimdi onu pek ender görülen bir eylemle cezalandırıyor, "onun artık kendilerinden biri olmadığını" dünyaya ilan ediyor.
Kapısının önüne kitaplarının bırakıldığı yazar, Nobel ödüllü Knut Hamsun.
Çok sıkıntılı bir çocukluk geçiren Hamsun o yıllarını kitaba döküyor, dünyaca ünlü "Açlık" kitabı çocukluk yıllarının otobiyografisi.
Daha sonra yazarlığı olgunlaşıyor, arka arkaya kitaplar yazıyor. "Pan", "Toprağın Bereketi", "Göçebe", "Dünya Nimeti" gibi çok satan kitaplarla ünü dünyayı sarıyor.
Bunun semeresini 1920 yılında görüyor, o yıl Nobel Edebiyat Ödülünü kazanıyor.
O denli ünlü, ne var ki, o denli "Hitler hayranı".
Öyle bir hayranlık ki...
Aldığı Nobel Ödülünü Goebbels'e gönderiyor, "Hitler'e armağan" olarak!..
Öyle bir hayranlık ki...
1930'larda Norveç'te kurulan faşist partiye katılıyor.
Öyle bir hayranlık ki...
1940 yılında Almanlar ülkesi Norveç'i işgal ettiğinde, "Norveç Hükümetinin Hitler'e teslim olması için kampanya yürütüyor!.."
Tam bir faşist ve faşizmin hizmetinde, ülkesini faşizme satacak ölçüde...
Faşizm dünyanın neresinde ve ne zaman olursa olsun, lanetle yenilgiye uğradığında, Hitler de savaşı kaybettiğinde...
Knut Hamsun mahkeme karşısına çıkıyor, yargılanıyor. Yaşlı olduğu için para cezasıyla kurtuluyor. Ama, Norveç Halkı o ihaneti unutmuyor.
Onun için evinin önüne gelerek, kitaplarını tek tek bırakıyor.
1952 yılında banyosunda ölü bulunuyor. Cesedi yakılıyor. Faşizmin yakılmasının simgesi olarak.
Dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü orkestra şeflerinden biri. Piyano çalmakla başlayan müzik virtüözlüğü orkestra şefliği ile devam ediyor. Berlin Filarmoni Orkestrası onunla özdeş anılıyor.
Avusturya doğumlu "Herbert von Karajan".
Müziğine, yeteneğine laf yok!..
Ancak...
1938 ile 1945 yıllarında Berlin Filarmoni Orkestrası Şefi, Hitler döneminde...
1933 yılında Almanya'da Nazi Partisi'ne üye oluyor, Hitler arzu ettiği zaman, Hitler'in huzurunda konserlere şeflik yapıyor.
Hitler yenilince, "faşistlerle işbirlikçilik" suçlamasıyla yargılanıyor. Mahkemede beraat ediyor.
Ama...
"1955 yılında Amerika'ya konser vermek üzere gittiğinde, Amerikan halkı onu fena halde protesto ediyor".
Nasıl bir protesto?..
Norveçliler gibi, sessizce protesto.
"Konserine kimse gitmiyor, çok ama çok az bilet satılıyor, koca salon bomboş!.."
Sonraki yıllarda çeşitli kentlerde orkestra şefliği yapmış olsa bile, üzerine yapışmış olan olan "faşizm etiketini" ölümüne kadar hiç bir zaman silemiyor, Amerika'daki boş salonun izleri gibi.
Hele de yazdığı "Varlık ve Zaman" yapıtı ile felsefe dünyasında kendine esaslı bir yer ediniyor.
Alman felsefeci "Martin Heidegger..."
1933 yılında Nazi Partisi'ne üye oluyor. Koca felsefeci faşizmin hizmetinde!..
O kadar ki...
"Hitler'e danışmanlık yapıyor!.."
Hitler bu hizmeti anında ödüllendiriyor, onu Freiburg Üniversitesi'ne rektör olarak atıyor.
Ancak, fena halde "imkansız bir aşk acısına" tutuluyor.
Daha sonra, o da yine ünlü bir felsefeci olacak olan, öğrencisi "Hanna Arendt'e" aşık oluyor, Arendt de ona.
Ne var ki, bu imkansız bir aşk. Çünkü:
"Hanna Arendt yahudi asıllı, Heidegger ise, yahudileri ölüme mahkum eden Hitler'in en yakın danışmanı!.."
Hanna Arendt Amerika'ya kaçıyor...
Aralarında bir süre mektuplaşmalar sürüyor, sonunda aşk tarihe karışıyor.
Hitler yenilince, Heidegger on yıl süreyle üniversiteden uzaklaştırılıyor.
On yıl sonra üniversiteye hoca olarak döndüğünde...
"Öğrenciler büyük çoğunlukla onun derslerini boş bırakıyor."
İster dünyanın en ünlü romancısı ol, ister dünyanın en ünlü orkestra şefi ya da dünyanın en ünlü felsefecileri arasında yer al...
Faşizme hizmet ettiğini ne kendi halkın unutuyor, ne dünya halkları...
Zamanın akışı içinde, devran döndüğünde...
İnsanlar ya kitaplarını gelip kapının önüne bırakıyor...
Ya konser salonları boş kalıyor...
Ya da felsefe sınıflarında öğrenci bulamıyorsun...