- Gözaltı süresi uzuyor.
- Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine izin almak bir dert, alınsa bile, en son saat 24’ten sonra ne gösteri, ne yürüyüş mümkün.
- Valiler sanki sıkıyönetim komutanları gibi. El - Hak gerekçe hazır, o ünlü kalıp, “kamu düzeni ve güvenliği” denildiğinde, akan suların durulduğu gibi, on beş günü geçmemek üzere şüpheli kişilerin kente giriş çıkışını yasaklama yetkisine sahip.
- Kamudan ihraçlar 15 Temmuz 2016’dan sonra uygulanan OHAL’e göre, KHK’lar ile mümkün iken, şimdi, hem de üç yıl süreyle Bakanların onayına bırakılıyor.
Bu maddelerin her biri demokrasi açısından çok vahim. Vahamette bardağı taşıran şu iki madde:
1-Kamudan ihraç edilen kişilerin ve aynı zamanda ailelerinin de pasaportlarına üç yıl süreyle sınırlama getiriliyor.
Kamudan ihraç edilen kişiye pasaport sınırlaması, ya ailesine bu sınırlamanın anlamı ne?
Hangi hukukta, hangi demokraside, hangi insan haklarında böyle bir sınırlama var?
Roma Hukukundan bu yana, yani iki bin yıldır, cezalar şahsidir, kişiseldir.
Aksi insan haklarına, evrensel hukuka bütünüyle aykırı. Ama, şimdi böyle.
2-Hakkında soruşturma açılan kişilerin, o da yetmiyor, eşlerinin ve çocuklarının da telefonlarının dinlenmesine olanak tanınıyor.
Aynı kural burada da, geçerli.
Cezalar kişiseldir, hakkında soruşturma açılan kişinin ailelerinin telefonlarının dinlenmesi aynı biçimde insan hakları ve evrensel hukuka aykırı.
Bu maddeler dün Meclis Adalet Komisyonunda görüşülmeye başlanan yeni yasa tasarının temel ilkeleri.
Sözde OHAL kalkıyor...
Yerine ancak sıkıyönetim yasalarında, ancak askeri darbe dönemlerine görülebilecek uygulamalar geliyor.
Örneğin, OHAL’de gözaltı süresi on dört gün, bu tasarıda on iki gün.
OHAL’de öyle üç yıla uzanan sınırlamalar filan yok.
Yeni tasarıda var.
OHAL’de KHK’lar Bakanlar Kurulu kararıyla alınıyor, şimdi tek bir Bakanın onayı ile kamudan ihraca olanak tanınıyor.
Bunun Türkçesi şu:
Herhangi bir bakanlıkta, bir bakan, istediği kişi ve kişileri, tek başına ve kendi iradesi ile ihraç edebiliyor.
Kimi, ne ile suçlayarak ihraç edecek?
İhraç edilen kişinin başvuracağı hiç bir yetkili makam yok.
Sonrasında ise, hem kendisinin, hem ailesinin telefonları da dinleniyor, pasaportlarına da üç yıl süreyle el konuyor.
Seçimlerden önce hemen her nutukta “demokrasi” şarkıları söyleyen, bu yönde çok sıkı sözler veren bir iktidar, şimdi bütün toplumu cendereye sokuyor.
Topluma nefes alma olanağı bırakmıyor.
“How Democracies Die”, yani “Demokrasiler Nasıl Ölüyor” kitabından söz ediyorum dünkü yazıda. Son ayların en önemli siyasal araştırmalarından biri. Amerika’da “en çok satanlar listesinde”.
Kitabı duyan ilgili bilim adamları, gazeteciler, bazı siyasetçiler, bazı kurumlar Amerika’dan ısmarlıyor ve bir nefeste okuyor.
Kitaba göre:
“Günümüzde demokrasiler artık askeri darbelerle ve generallerin ihtirasları ile değil, doğrudan doğruya sivil ve seçilmiş liderler eliyle ölüyor.
Bu liderlerin bazıları demokrasiyi, Hitler gibi, 1933’teki Reichstag (Alman Parlamentosu-y.d.) yangını ile hızla yıkıyor.
Bazıları da yavaş ve görünebilir adımlarla demokrasiye son veriyor. (Adı geçen kitap, s.179).
Reichstag yangınının bizzat Hitler’in planladığını ve bunu kendi diktatörlüğüne giden yolu perçinlemek için yaptırdığını yazmayan tarih kitabı yok.
Steven Levitsky ve Daniel Zıblatt tarafından kaleme alınan kitapta “ölmekte olan demokrasilerle” örnek gösterilen ülkeler var:
Arjantin, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti, Gana, Yunanistan, Guetamala, Nijerya, Pakistan, Peru, Tayland, Uruguay...
Ve Türkiye...
Bu ülkeler kitabın daha girişinde yer alıyor, hemen üçüncü sayfasında.
Şimdi OHAL yerine gelmekte olan yasa sanki kitabı doğruluyor.
OHAL filan kalkmıyor, bu yasa OHAL’i daha da yerleşik hale getiriyor, temel hak ve özgürlükleri daha da askıya alıyor.
Eğer bu ülkede hala bir Anayasa Mahkemesi var ise, yasa kabul edildikten sonra, oradan dönmemesi, hukuken, adaleten, insaniyetten ve geri kalan hangi değer var ise, bütün onlardan dolayı mümkün değil.