“Çok acı çektim, zaten onun için istifa ettim. Böyle bir ayrılıktan sonra yerimde kalamazdım. Halk sonradan beni yeniden Cumhurbaşkanı seçti.
Ayrılık tarif edemeyeceğim kadar acılar getirdi. Ne geride kalan bizler, ne ayrılanlar mutlu oldu.
Siyaseten her şeyin üstü örtülmüş gibi oldu.
İki tarafın insanları birbirine öyle bağlanmış ki, ayrılık her gün hepimizi öldürüyor gibi”.
Bu sözler “ülkesinin bölünmesinin” acısını yaşayan bilge bir siyasetçinin sözleri. Aslen ünlü edebiyatçı ve tiyatro yazarı. 1989’da Çekoslovakya’da komünizme son veren “Kadife Devrim’in” önemli aktörlerinden, ardından Cumhurbaşkanı seçilen Vaclav Havel’in.
Havel 2000 yılında Ankara’yı ziyarete geliyor. Aralarında benim de bulunduğum dört, beş gazeteciyle kahvaltıda bir araya geliyor. Aktardığım sözleri o kahvaltıda sorduğum soru üzerine söylüyor.
“Çekoslovakya...”
1992’de Slovaklar Çekler’den ayrılma kararı veriyor ve ayrılıyor. İki ülke çıkıyor ortaya, “Çek Cumhuriyeti” ve “Slovakya”.
2000 yılındaki ziyarette Havel Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Bölünme sırasında Cumhurbaşkanı. Ayrılık üzerine istifa ediyor, halkı onu yeniden Cumhurbaşkanı seçiyor. Neden seçiyor? Havel:
“Halkıma hiç bir zaman yalan söylemedim, en zor zamanlarda bile”.
Günümüzde iki referandum, iki bağımsızlık arayışı, iki yeni devlet kurma girişimi var. Kuzey Irak’ta ve İspanya’da. İki referandum da, aynı sonucu veriyor, “ayrılık”.
Her türlü siyasal tartışma bir yana, yeni bir devlet kurma sevinci ve geride kalanların hüznü yine bir yana, Havel’in altını çizdiği cümle, “ayrılık yavaş yavaş hepimizi öldürüyor gibi”.
Kuzey Irak’ta ve merkezi Irak’ta böyle bir acı olabileceğini düşünmüyorum. Orada daha çok siyasal hesaplar önde gidiyor. Siyaset ve petrole bağlı ekonomik hesaplar. Komşu ülkelerde ise, “bu ayrılıktan biz ne ölçüde zarar görürüz” kaygıları.
İspanya ise, öyle görünmüyor. Katalanlar sevinçten havaya uçuyor, bununla birlikte dış basında okuduğum kadarıyla, hem İspanyollarda, hem Katalanlarda “Havel vari bir psikoloji” egemen.
O psikoloji bir yana...
Çekler ve Slovaklar 1992’de el sıkışarak ayrılıyor. İspanya’da durum öyle görünmüyor. Pek çok siyasal ve ekonomik hesap iç içe girmiş durumda.
Katalonya İspanya’nın en zengin bölgesi. Sanayi ve turizm almış başını gitmiş. İspanya milli gelirinin beşte biri Katalonya’dan geliyor. İspanyol bütçesine yıllık katkısı 12 milyar doları buluyor.
Katalanlar özellikle ekonomiyi vurguluyor, “bizim sayemizde kişi başına düşen gelir 30 bin dolara yaklaşıyor”. Zaten ayrı ayrı hesaplandığında, Katalonya’da kişi başına düşen gelir, İspanya’dan daha yüksek.
Ekonomik açıdan, Katalonya ayrılıp bağımsız devlet kurduğunda, İspanya ekonomisininin sarsılacağı ortada.
Üstelik, İspanya’nın ülke dışındaki yatırımlarının önemli bölümü Katalan firmalarınca gerçekleştiriliyor. Bizde olduğu gibi.
Birleşmiş Milletlerin (BM) 1960 yılında aldığı bir karar var:
“Bir ülkenin toprak bütünlüğü, ulusların kendi kaderini tayin hakkından önce gelir."
Özellikle soğuk savaş döneminde ulus devletleri koruyan bir kural.
Dolayısıyla, BM Katalonya’yı tanımayabilir. Yine de, ortada başka örnekler var. Örneğin, BM uzun süre Çin’i tanımıyor, sonra tanıyor.
Katalonya örneğinde Birleşmiş Milletlerden çok, Avrupa Birliği’nin söyleceği söz önemli. AB şu anda Katalanların bağımsız devletine karşı çıkıyor. “Sen İspanya’nın parçasısın” diyor. Yarın ne olacağı belli olmaz. Ancak şu önemli:
İspanya üzerinden de olsa, Katalonya AB’ye çok bağımlı.
Bağımsız devlet ilanında AB ile yeniden masaya oturmak zorunda. AB orada ne yapar, belirsiz. AB ülkeleri kendilerini korumak adına, “ulus devlet” modelinde ısrar eder ve Katalanları dışlar mı yoksa, bir süre oyaladıktan sonra onlarla masaya oturur mu?
Katalanları bekleyen asıl soru bu. Onlar için hayati konu bu.
İspanya on yedi özerk bölgeden oluşuyor. Özerk bölgelerden ilk fire Katalonya’dan.
Şimdi BASK ve Galiçya kıpırdıyor. Şimdi onlar da, bağımsız devlet kurma fikrine sıcak bakmaya başlıyor. Bu böyle giderse, İspanya’nın parçalanmasına doğru adımlar sıklaşır. O nedenle, Çek ve Slovaklarda olduğu gibi, bu iş “el sıkışarak” zor görünüyor.
Havel ayrılık gerçekleşince, istifa ediyor. Irak ve İspanya’da halen yetkililerin kılı kıpırdamıyor, en fazla “erken seçim” lafları dolaşıyor.
Oysa, ayrılanlarda sadece “milliyetçilik” değil, başka sosyal ve siyasal rahatsızlıklar var ki, ayrılıyorlar. Ülke bütün iken, ayrılmaya yol açanların hiç mi sorumluluğu yok?
Tek başına “milliyetçilik” ayrılığı açıklamaya yetmiyor.