Taksim’den Dolmabahçe’ye inen yokuş. Akşam saatleri, 18.30-19.00 gibi, müthiş yoğun bir trafik.
Tam Vodafon Arena’nın önüne geldiğimizde, yanımdaki şeritte bağrış, çağrış. Biri belediye otobüsü, diğeri minibüs, tıklım tıklım yolcularla, arka arkaya gidiyor. Aralarında yarım metre var, yok.
İkisinin de şoförü camdan yarı beline kadar sarkmış, birbirlerine çok ağır biçimde küfrediyor. Daha “ne oluyor” demeye fırsat kalmadan, yolcular arabalarda, kullandıkları araçları yolun ortasında bırakıp, ellerinde demir çubuklarla dışarıya fırlıyor.
Trafik zaten kilitlenmiş, diğer arabalardan bir kaç kişi, otobüs ve minibüsten bir kaç kişi iniyor ve onları ayırmaya çalışıyor, “Ayıptır kardeşim, durun ya, ne oldu ya, birbirinizi öldüreceksiniz.”
Demir çubuklarla birbirlerine kıyasına vuruyor. Üç, beş saniye içinde ikisinin de, kafası gözü yarılıyor, ikisinden de kan akıyor. Küfürler havada uçuşurken, zorla arabalarına bindiriliyorlar.
Yolda giderken, ikisini de delirten ne olabilir? Ya biri trafikte diğerini sıkıştırdı ya yol vermedi ya bilmem ne. O trafikte saçma sapan bir şey, ama sık rastlanan bir şey.
Arka arkaya giden araçların şoförleri aniden birbirine neden girer?
Ayrıca, başka bir soru:
“O demir çubuklar nasıl öyle hemen el altında, anında kullanıma hazır? Bu ne biçim hazırlık?”
Dün bir metrobüste adamın biri şoföre şemsiye ile saldırıyor, sonra gözaltına alınıyor ama, bu arada metrobüs iki arabayı altına alıyor, bir başkasına çarpıyor, on bir kişi yaralanıyor.
Olay dün bütün TV’lerde uzun uzun yer alıyor. Ve ceza hukuku, psikoloji, eğitim gibi açılardan değişik yönleriyle işleniyor.
Geçen gün “şortlu kadına tekmeyle” saldırmak, onu yapan adamın önce serbest kalması, sonra tutuklanması.
Derken, Bursa’da benzer bir taciz.
Çocuklara istismar, aile içi şiddet, sokak ortasında kavga.
Tam bir şiddet toplumu.
Kimsenin kimseye tahammülü yok. Herkes çatışmak için hazır bekliyor. Bazen küfürle, bazen yumrukla, bazen sopayla, bıçakla ve tabancayla, bazen yaralama, bazen cinayetle sonuçlanıyor.
Bir baronun çalışmasına göre, Türkiye’de yılda ortalama üç bin cinayet işleniyor, çeşitli nedenler ileri sürerek.
Resmi istatistiklere göre, Türkiye 1980’lerde nispeten sakin bir toplum. 1998’den sonra şiddet artmaya başlıyor, son yıllarda ise, iş raydan çıkıyor.
Kadına, çocuğa, yaşlılara, engellilere, doğaya şiddet, sporda, sağlıkta, ekonomide, iş yerinde, aile içinde şiddet, hele de trafikte şiddet, cinsel ve fiziksel şiddet, politik şiddet, hepsi var bizde.
Medyadaki şiddeti es geçmek olmaz.
Zaman zaman bazı köşelerden hakaretle karışık, bazı TV programlarından şiddet fışkırıyor. Ya da o tür haberleri veriş biçimi, o haberlere atılan tahrik edici başlıklar.
Bunları tetikleyen pek çok neden var.
Ekonomik sıkıntı, işsizlik, iş yerinde huzursuzluk, aile içinde geçimsizlik gibi.
Ve bütün bunların üstünde:
TV’yi açın, ilk haber terör, ikinci haber terör, üçüncü haber savaş, dördüncü haber cinayet, derken politik gerilim haberleri, çatışma söylemleri.
Düğünlerdeki, bayramlardaki şiddet de cabası. Aşka gelip silah atmak, ölüme sebep olmak.
Akşamları TV tartışmalarında benzer manzaralar. Konulara bakın, zaten ülkenin içinde bulunduğu durum ortada, tartışmacılar ise, zaman zaman epey hırçın.
E, o zaman sapığın biri Taksim’de olduğu gibi, elinde satırla sokak ortasında adam kovalıyor, bir diğeri kurşunları boşaltıyor, öteki Soma’da olduğu gibi, tekme atıyor, olmadı, elindeki şemsiyeyle şoföre saldırıyor.
Eğitimlisi de, eğitimsizi de, aynı.
Şoföre saldırı nedeniyle oluşan kaza dün TV’lerde tartışılırken bir psikolog çok çarpıcı bir rakam veriyor:
“Toplumda her üç kişiden biri sorunlu, psikolojik olarak hasta. Her an şiddete eğilimli.”
Eyvah, bu durumda sokağa çıkmak müthiş tehlikeli. Doğru ise, her üç kişiden biri hasta. Korkunç bir tespit.
Geldiğimiz yere bakın siz. Bu kadar gerilim, bu kadar ötekileştirme, topluma nasıl tohumlar ekiyor ve hep birlikte ne hale geliyoruz.
Yetmiyormuş gibi, bir de “daha çok ruhsatlı silah” vermek. Cumhurbaşkanı Başdanışmanları'ndan Şeref Malkoç 18 Temmuz’da TRT canlı yayınında “müjdeyi” patlatıyor:
“Vatandaşın ruhsatlı silah almasına engel çıkartılıyor. İçişleri Bakanımız bununla ilgili yasal düzenleme talep edecek. Milletimizin ruhsatlı silah almasının önü açılacak. Türkiye’de olay oluyor, birbirini vurmalar, çoğu ruhsatsız silahla. Ama, darbeye teşebbüs edenlere karşı milletin meşru müdafaa hakkını savunması için ruhsatlı silah verilmesinin önünü açmak lazım.”
Ne muhteşem gerekçe ama, o zaman satıra, demir çubuğa, şemsiyeye filan gerek yok, çek silahı, vur gitsin.
Her üç kişiden biri “hasta”, herkes “silahlı”, vuracaksan “ruhsatlı silahla” vuracaksın, “ruhsatsız silahla” olmaz.
Manzara budur. Ve çok vahimdir.