Ruslar bizimkilere şaşkınlıkla soruyor. O sorudan önce şu bilgi gerekli.
AGİT, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı. Avrupa’da soğuk savaş sonrasında güvenliğin ve istikrarın korunması için uğraşan örgüt. Elliye yakın ülke üye.
AGİT’e 2010 yılında yeni bir genel sekreter seçilmesi söz konusu.
O yıl Türkiye de genel sekreterliğe bir aday gösteriyor. 2009 yılında Brezilya’ya büyükelçi olarak atanan Ersin Erçin’i.
Gösterebilir elbette.
Ersin Erçin Brezilya’da büyükelçi.
Ama, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Avrupa Güvenlik İşlerinden Sorumlu Özel Danışmanı.
Cumhurbaşkanı Özel Danışmanı ama, Brezilya’da Büyükelçi. Brezilya’da büyükelçi ama, Cumhurbaşkanı Özel Danışmanı.
Madem Avrupa Güvenlik İşleri'nden sorumlu özel danışman, AGİT’e ondan iyi genel sekreter mi olur?
Aday gösterdikten sonra Ankara çeşitli ülkelerde nabız yokluyor.
Erçin’in görevi, daha doğrusu görevleri anlatıldığında, bu adaylığa her ülke şaşırıyor. İşte, Rusların sorusu o zaman ve şaşkınlıkla:
“İyi de, anlamadığımız bir nokta var, madem Cumhurbaşkanı Özel Danışmanı, o zaman neden Brezilya’da büyükelçi?”
Gerisini tahmin etmek zor değil, bizim aday seçilemiyor.
Şimdi durup dururken, neden bu yedi yıl öncesinin komedisi?
Bizim Hollanda’daki Büyükelçi Sadık Aslan.
Onun durumu Brezilya örneğinin tam tersi.
Sadık Aslan Hollanda’da büyükelçi ama, Ankara’da Saray’da görev yapıyor, Cumhurbaşkanı Danışmanı olarak.
Saray’da çalışıyor, Hollanda’da Avro üzerinden maaş alıyor. Ailesi de Hollanda’da.
Ayda bir Hollanda’ya gidiyor, diplomatik kural olarak, “Ben geldim” diye Hollanda Dışişleri Bakanlığı'na bildiriyor.
Üç, beş gün sonra yine bildiriyor, “Ben gidiyorum” diye, yerini maslahatgüzara bırakıyor.
Ancak, o maslahatgüzar ile büyükelçilikte sorunlar yaşanınca, bir başka büyükelçi kısa süreliğine maslahatgüzar olarak gönderiliyor.
Sonra da, başka biri oraya maslahatgüzar olarak atanıyor ve büyükelçinin yerine bakıyor.
Sadık Aslan kasımdan bu yana Ankara’da, bu trafik yaklaşık beş aydır böyle işliyor.
Hollanda ile kriz patlayınca, herkes “Büyükelçi nerede?” diye soruyor. Yanıtını geçen akşam Tayyip Erdoğan’ın kendisi veriyor: “Büyükelçiyi çekin diyorlar, Büyükelçi zaten burada.”
Brezilya’dan Hollanda’ya, nasıl devlet yönetimi ama.
2010’da Avrupa ve Ruslar şaşkın, bugün bütün Avrupa yine şaşkın. Ayrıca “Nazi” hakaretinden dolayı öfkeli.
Bugün biz yine öfkeliyiz, her zamanki gibi. Bu kez çok başka bir nedenden dolayı.
İran, Afganistan, Moritanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Kuveyt, Libya, Malezya, Bosna Hersek, Endonezya, Sudan, Nijer, Azerbaycan, Bangladeş, Burkina Faso, Çad, Gambia, Gine, Kazakistan, Kosova, Kırgızistan, Mali, Pakistan, Suudi Arabistan, Yemen, Maldivler, Fas, Somali, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Brunei, Cibuti, Sierra Leone, Nijerya, Senegal, Suriye, Lübnan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye.
Hepsinde halkın çok büyük çoğunluğu, bazı ülkelerde yüzde yüzü Müslüman.
Bu ülkelerin dışında çatı örgütü konumunda bir kurum var, İslam Konferansı Örgütü.
Yeterli sermayesi, araştırmaları, Müslüman ülkelerle ve dünya ile ilişkileri açısından etkin bir kurum.
Avrupa Birliği'nin en yüksek yargı organı Avrupa Adalet Divanı üç gün önce çok önemli bir karar veriyor:
“İşverenler çalışanlarının dini sembol niteliğinde kıyafet giymesine yasak getirebilir ve bu yasak ayrımcılık olarak değerlendirilemez.”
Çok açık, en çok türbanı etkileyecek, türbanın iş yerlerinde giyilmesini önleyecek bir karar. İşverenin takdirine bağlı olarak.
Avrupa’da gelişen bir kaygının, “Müslüman nüfusun hızla artmakta olduğu” kaygısının sonucu bir karar.
Müslümanların gündelik yaşamında alışkın oldukları giyim tarzına müdahale ederek, o giyimde ısrar ederlerse, onları Avrupa’dan uzaklaştırmak amacını taşıyan bir karar.
Yukarıda saydım, halkının önemli çoğunluğu Müslüman olan ülkeleri. Ayrıca, çatı kurum İslam Konferansı Örgütü.
İzleyebildiğim kadarıyla, Avrupa Adalet Divanı’nın işyerinde türbana getirdiği yasağa tepki veren tek ülke Türkiye. Ya da en şiddetli tepki Türkiye’den.
Kırkı aşkın ülke, hiçbirinden bu karara öyle ahım şahım bir tepki yok, sadece Türkiye tepkileriyle dört nala önde gidiyor.
Ankara’nın Avrupa ile kavgasına yeni bir neden daha.
En katı Müslüman ülkeden, laiklik ile uzak yakın ilgisi bulunmayan ülkelerden tepki yok, laik Türkiye yine vuruyor da vuruyor Avrupa’ya.
Her vesileyle kavga artık günümüzün vazgeçilmez parçasına dönüşüyor.
İçerde kavga, dışarıda kavga. Kavga ve kavga, her durumda kavga.
Hiçbir biçimde makul bir eleştiri, bir uzlaşma arayışı, bir siyasal ya da diplomatik manevra, bir diyalog söz konusu değil. Anında hakaret, bağırma, çağırma, suçlama.
Yetmezse, soruşturma, kovuşturma, gözaltı ve tutuklama.
Bu kavgacı tutum Türk halkını artık yormuş ve bıktırmış bulunuyor.
Aynı kavgacı tutum Avrupa’yı da bıktırıyor.
Çözüm 16 Nisan’da referandumda “HAYIR” demekten geçiyor.