Bükemedikleri bileği öpmesini bile bilmiyorlar.
TV’lerde spor programlarında ya da gazetelerdeki yazılarında, o muhteşem yorumcular (!) acele iş başında: “Beşiktaş şampiyonluğunu hakemlere borçlu”.
Hani, belki yanlışlıkla kutlayabilirler bile derken, öyle bir beklenti olmamasına rağmen, hani “uygarlıktan, centilmenlikten feyz almışlar mıdır acaba” diye düşünürken, Beşiktaş’ın şampiyonluğunu gölgelemeye ant içmişler.
Bunların çoğu da, sözüm ona, “spor adamı”.
Spor... Hani centilmenlik, nezaket, dürüstlük...
Hak getire.
Çoğu da, çıktıkları programlarda “rating” kapmak adına, sözde aşırı “yorumlar” (!) ile ilgi toplayacaklarını sanıyor.
Oysa, en basitinden kutlamasını bilseler, çıktıkları programlar, yazdıkları yazılarla, belki bu ölçüde perişan olmayacaklar.
Beşiktaş’ın şampiyonluğu karşısında şapka çıkarmasını unutanlar kervanına “büyük büyük ve çok büyük kulüpler” de, katılıyor.
Beşiktaş şampiyon, Fenerbahçe ve Galatasaray’dan çık yok. Beşiktaş ikisine de on, on iki puan fark atıyor, kim bilir, belki de, o puan farkı altında eziliyorlar.
Oysa, kutlamasını bilseler, puan farkı kimsenin aklına bile gelmez ve herkes “helal olsun” der, şapka çıkartır.
Bir yıl boyunca o kadar yurt dışında dolaşıyorlar, hiç mi bir şey görmüyor, öğrenmiyor, kös kös geri dönüyorlar.
Hani, şöyle bir çevrelerine baksalar, gittikleri ülkelerde, belki bir şeyler “kapar”, ardından “spor meğer buymuş” diye akıl edebilirler.
Daha “hakem” yerine “haaakem”, “rakip” yerine “raaakip” diyenlerden, hayatlarının tam ortasındaki kavramları doğru düzgün telafuz etmekten aciz olanlardan, centilmenlik beklemek...
Galiba, fazla iyimserlik.
Bir de, “şampiyon Beşiktaş’a” bakalım.
Şampiyon takımın hocası Şenol Güneş şampiyonluğun terini atmadan, sıcağı sıcağına açıklıyor:
“Zorlu bir mücadele oldu, bu rekabeti sağlayan Başakşehir’i kutlarım, onlar olmasaydı, lig bu ölçüde nefes kesen hale gelmezdi”.
Hemen aynı dakikalarda takım kaptanı Oğuzhan aynı nezakette:
“Ben Başakşehir’i de kutlamak istiyorum, çok iyi bir takım ve iyi mücadele ettiler. Başakşehir olmasaydı, lig bu kadar keyifli ve heyecanlı olmazdı”.
Buna karşılık, Başakşehir’in hiç tartışmasız başarılı hocası Abdullah Avcı Beşiktaş’ı sözde kutluyor:
“Şampiyon oldular, kutlarım ama, bizi yenemediler”.
Doğru, Beşiktaş Başakşehir karşısında bir beraberlik alıyor, bir yenilgi. Ama, şampiyonluğun ilk saatlerinde, kutlamayla karışık, bunlar söylenecek söz değil.
Bir kompleks, yazık. Avcı gibi bir spor adamına yakışmıyor.
Beşiktaş geçen yıl da şampiyon. Ve bu yıl geçen yılki şampiyon kadrosuna göre, takımda sekiz yeni oyuncu var. Bazıları yıl ortasında katılıyor takıma ve inanılmaz bir uyum sergiliyor. Sanki yıllardır beraber oynuyorlar gibi.
Neden bu uyum? Nasıl bir tılsım?
-Takım içinde arkadaşlık.
-Kulübün tamamında dayanışma.
-Herkesin birbirinin her yönünü, saha içinde ve dışında denetlemek.
-Birbirinin hatasını örtmek.
-Disiplin.
-Saha içinde ve dışında bencillik yok.
-Akıllı ve ne yaptığını bilen bir yönetim.
Danışma diyorum da...Öyle dayanışma ki, takımın malzemecisi Süreyya dahil, ter döken kim varsa, ön planda, futbolcular ve yönetim kimseyi unutmuyor.
Siz şampiyon olan bir takımın malzemecisini bugüne kadar hiç sahalarda oyuncularla bu ölçüde sarmaş dolaş gördünüz mü? Futbolcuların Süreyya’nın boynuna sarıldığını, Süreyya’nın onlarla nasıl içten kucaklaştığına tanık oldunuz mu?
Takım işte bu.
Kıskandıkları işte bu.
Kıskanacakları başka değerler de var.
Bambaşka bir yere, farklı bir felsefeye, ayrı bir kategoriye oturan taraftar kitlesi, “çArşı”.
Bazı Fenerbahçeli ve Galatasaraylı arkadaşlarım var, çArşı gibi bir taraftar kitlesini gördükçe, Beşiktaş’ı izledikçe, imreniyorlar ve “artık ben de Beşiktaş’ı tutuyorum” demekten kendilerini alamıyorlar.
Şampiyonluğu getiren Gaziantep maçında tribünlerde 27 bin Beşiktaşlı taraftar var. 27 bin, çünkü Gaziantep stadyumu daha fazla seyirci alamıyor.
Beşiktaş kendi sahasında oynadığı maçlarda şu ana kadar 25 bin seyirci altına düşmüş değil.
Taraftar ve takım birbirine böylesine kenetlenmiş durumda. Küsmek, kızmak, arkasını dönüp gitmek yok, “iyi günde de, kötü günde de Beşiktaşım benim”.
Beşiktaş bir ekol yaratıyor. Yener de, elbette yenilebilir de, ama Beşiktaş keyif veren oyunuyla heyecan yaratan bir ekol.
Aşık İhsani’nin 1960’lar ve 70’lerde dillerden düşmeyen bir türküsü var, devrimci bir iddiayı içeren:
“Korkuyorlar, korksunlar, korkacaklar / Geliyoruz, geleceğiz yakındır”.
Beşiktaş son iki yılda yönetim, teknik direktör, oyuncu ve Avrupa’da bile parmak ısırtan taraftarı, çArşı’sı ile bütünleşerek bir “sihir” yakalıyor.
O “sihir”, şimdiden belli, gelecek yıl şampiyonlukta en iddialı takım olarak, yine Beşiktaş’ı gösteriyor.
Bunun tartışılmaz bir koşulu var:
Takımdaki bu ahengi her yönüyle korumak.
NOT: Yazının başlığındaki sözler, Beşiktaş Marşı’nın bir bölümünün sözleridir.