Kulakları sağır edecek ölçüde çığlıklar atarak, havada daireler çizen binlerce, milyonlarca kuş bir süre sonra yoruluyor ve kendilerini Atlas Okyanusu'nun azgın dalgalarına bırakıyor.
"Yorgun düşen kuşlar dalgalardan kendilerini kurtaramıyor, yaşamları sona eriyor".
Doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden, dört bir yönden gelen milyonlarca göçmen kuş... Her yıl, farklı mevsimlerde ve fakat "Atlas Okyanusu'nun hep aynı, evet hep aynı yerinde..."
Ayrı yönlerden gelmelerine rağmen, okyanusun hep aynı yerinde, hep birlikte çığlık atmaya başlıyor, hep aynı yerde kendilerini dalgalara bırakıyor ve ölüyor.
"Neden hep aynı yerde?.."
Bölgedeki balıkçılar göçmen kuşların bu sırrını bir türlü çözemiyor, bölgeyi dolaşan gezginler de aynı soruya yanıt arıyor, o soru uzun yıllar yanıtsız kalıyor.
Nihayet geçen yüzyılın ortalarında, jeolojik araştırmalar sırasında o sır çözülüyor.
"Birkaç yüz yıl önce, kuşların havada çığlıklar atarak, daireler çizdikleri yerde, bir ada var. Ancak, o ada arka arkaya depremlerle yok oluyor, batıyor".
Adanın özelliği var.
Atlas Okyanusu'nun ortasında...
"Binlerce kilometre uçtuktan sonra, dinlenmek isteyen göçmen kuşlar o adaya konuyor, adada yorgunlarını atıyor. Ada, göçmen kuşlar için yollarının üstünde vazgeçilmez bir 'nefes alma durağı'.
Binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlığın sonucu, o ada, kalıtımsal içgüdüyle kuşaktan aktarılan bir 'nefes alma durağı, güven durağı, kendini emin ellerde hissetme durağı' haline dönüşüyor".
Binlerce yıldır var olan o ada, depremle birlikte batınca...
"Göçmen kuşların alıştıkları yerde o güven adası artık yok!.. Onlar artık emin ellerde değiller!.. Artık başlarına her şey gelebilir!.."
Adayı yerinde bulamayınca, büyük hayal kırıklığı ile kulakları sağır edecek ölçüde çığlıklar atmaya başlıyorlar.
Yorgun düşüyorlar...
Kendilerini dalgalara bırakacaklar...
"Çığlıkları kendi ölümlerinin duyurusu..."
"Kendini emin ellerde hissetmek, güven içinde hissetmek..." Kuşlara bakıp ve de kuşlardaki hayal kırıklıklarını görüp, insan kendi kendine soruyor:
"Benim de, bir adam var mı?.. Kendimi güvende hissedebileceğim bana ait bir ada var mı?.."
İnsanın özelinde bu ada "ailesi, eşi, çocukları" olabilir, "arkadaşı, dostu" olabilir, "öğretmeni" olabilir, "sevgilisi" olabilir!..
Olabilir ama, vazgeçilmez soru şu:
"Bana ait böyle bir ada var mı?.."
Varsa, hiç kuşku yok, insanın özelinde mutluluğun yollarından biri öyle bir adadan geçiyor, ama "insanın özelinde".
Ya genelde?.. Yaşadığımız ülkede hepimizin, hep birlikte kendini güvende hissedeceği böyle bir ada var mı?..
Alanya'da bir uyuşturucu davasında, sanığa verilen cezanın yüksek olduğunu belirten bir yargıç karara muhalif kalıyor, karşı oy yazısında:
"Her ne kadar, sanık uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılansa da, mafya liderleriyle dans eden bir takım siyasilerin yakınlarının uyuşturucu iddialarına karışırken, haklarında soruşturma dahi açılmazken, daha az suç işleyen sanıklara ağır cezalar verilmesi benim adalet anlayışımla bağdaşmadığından, çoğunluğun görüşüne katılmıyorum".
Muhteşem bir görüş, harika bir hukuk felsefesi.
Bu evrensel etik düşünceyi belirten yargıç Ali Dursun Turan bir gün sonra, evet tam bir gün sonra "Siirt'te" atanıyor, bir anlamda, Osmanlı'dan kalan "sürgüne" gönderiliyor.
"Yeni Türkiye" diye böbürlendikleri dönemin, çoktan sıradanlanmış uygulamalarında son örnek.
"Yargıç Ali Dursun Turan için öyle bir güven adası yok, bir yargıç için yoksa, artık hiç birimiz için yok!.."
Topu topu "300 Avroluk mutfak masrafı" faturası...
Finlandiya Başbakanı Sanna Marin hakkında, görev yaptığı dönemle bağlantılı olarak, Başbakanlık Konutunda ailesi için aylık 300 Avroluk "usulsüz" mutfak harcamaları nedeniyle soruşturma açılıyor.
Usulsüzlüğün, yolsuzluğun miktarı olmaz, ama 300 Avro ama, milyonlarca dolar!..
Burada milyonlarca dolarlık, sayısız yolsuzluk iddiaları bir kalemde kapatılıyor.
İddialar havalarda uçuşuyor, herkes yerinde!.. Hatta, yüzsüz açıklamalar ya da sessizlikler birbirini izliyor.
Finlandiya'da insanların "adası" var.
"Burada bu kadar yolsuzluk iddiası karşısında, Meclis'te iktidar o dosyaları kapatıyor, hiç bir savcı harekete geçmiyor, ülkeyi yönetenler hiç bir biçimde kılını kıpırdatmıyorsa, artık hiç birimiz için bir ada yok!.."
Son yirmi gündür bir mafya liderinin ortaya attığı iddialar karşısında Tayyip Erdoğan noktayı koyuyor:
"Her şey yargı tarafından araştırılıp, tüm yalanlar, iftiralar ortaya dökülecektir".
Yargı daha araştırmaya başlamadan, Erdoğan öne sürülen iddiaların "yalan ve iftira" olduğunu ilan ediyor!..
Bir anlamda yargıya talimat veriyor, yargı bağımsızlığının sınırlarını çoktan aşıyor.
"Yargı bağımsızlığı yoksa, en büyük güven adası olan yargı ülkeyi yönetenlerin iradesi altına girmişse, bu ülkede artık hiç birimizin adası yok!.."
İYİ Parti lideri Meral Akşener'e yönelik Rize'deki saldırı...
Daha önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na, bazı siyasetçilere, gazetecilere saldırılar, tehditler, hakaretler...
O saldırganların hiç biri ceza almıyor, hepsi elini kolunu sallayarak ortalarda dolaşıyor.
Hele de, Akşener'e saldırı üzerine konuşan Erdoğan:
"Bunlar daha iyi günlerin!.. Neler olacak neler!.."
Bu göz dağından sonra...
"Ülkeyi tek başına yöneten en sorumlu kişi böyle bir tehdit dili kullanıyorsa, bu ülkede artık hiç birimizin adası yok!.."
Ülkemizde "ada" hepimiz için batıyor ve o batışı "yandaş medya" sadece alkışlıyorsa...
Saçma sapan köşe yazılarıyla ya destekliyor ya da görmezden geliyorsa...
Bazen bin dereden su getiriyor, iktidarı aklamaya çabalıyorsa...
Aynı medya, onca ağır sorunlar karşısında, hemen yer önemli olayda, tepeden gelen "kes , yapıştır" emriyle aynı başlığı ortaklaşa kullanıyorsa...
"Göçmen kuşların okyanustaki ölüm çığlıkları gibi...
O manşetler de, bizde adanın battığının duyurusu...
Her gün yeni bir duyuruyla azgın dalgalarda derinleşen kaygılar!.."