"Bana Başkumandan Hazretlerini bağlayın!.."
Kararlı bir ses tonu ve dakika kaybetmek istemeyen bir üslupla...
İsmet Paşa... 16 Eylül 1961, öğle saatleri...
O sırada Dışişleri Bakanı Selim Sarper. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığı'na geliyor, doğruca Sarper’in odasına giriyor:
"Selim Bey yok mu?.."
Odada Dışişleri Bakanlığı’ndan birkaç görevli var. Onlardan biri de, değerli büyükelçilerinden, şimdi emekli, Güner Öztek. O sırada çiçeği burnunda bir Dışişleri memuru, Genelkurmay Başkanlığı’nda Fransızca çevirmeni olarak askerlik görevini yapıyor. Sık sık da, Bakanlığa uğruyor.
Güner Öztek benim kırk yıllık arkadaşlarımdan. Dün kendisini arıyorum, "müthiş tarihsel bir olaya" birebir yaptığı tanıklığı anlatıyor.
Güner Öztek’in Dışişleri’ne sık sık uğraması, bir güven ve görev nedeniyle. Bakan Selim Sarper kendisine çok güveniyor, ayrıca yurt dışından gelen mesajları Sarper’in makam odasında Türkçeye çevirip, 27 Mayıs İhtilali'ni yapan Milli Birlik Komitesi’ne gönderiyor.
Hangi mesajları?..
Belçika kralından, İngiltere kraliçesinden, çeşitli ülke devlet ve hükümet başkanlarından 27 Mayıs’ı gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi Başkanı, ihtilalin lideri Cemal Gürsel’e gönderilen "siyasi idamları durdurun, idamlar çok yanlış olur" mesajlarını...
O mesajlar Türkçe'ye çevriliyor, zaman yitirmeden Cemal Gürsel’e ulaştırılıyor.
İsmet Paşa işte tam bu mesajların çevrilmesi sırasında Sarper’in makamına geliyor. O sırada Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan idam edilmiş, Adnan Menderes henüz hayatta.
Sarper yok, Güner Öztek’e, Cemal Gürsel’i kastederek, "bana başkumandan hazretlerini bağlayın" diyor. Telefon bağlanıyor ve o tarihsel görüşme başlıyor. Güner Öztek’in anlatımıyla, İsmet Paşa Gürsel’e:
"Sayın Paşa Hazretleri, bu ülkede çok kan aktı. Kan akması yersizdir, ülke bundan zarar görür ve görmüştür. İdamlar bu ülkeye bir şey kazandırmaz, kaybettirir. Hiç kimseye bir şey kazandırmaz. O nedenle..."
İsmet Paşa devam ediyor:
"Sizden ricam, Adnan Beye artık dokunmayın, Adnan Beyi idam etmeyin, idam kararını değiştirmenizin ülke yararına olduğunu düşünüyorum."
Cemal Gürsel’den gelen yanıtı odada bulunanlar bilmiyor. İsmet Paşa onlara bir açıklama yapmadan, Dışişleri’nden ayrılıyor.
Parti (CHP) ve kişi olarak, Demokrat Parti döneminde çok çekmiş olan İsmet Paşa şimdi Menderes’in idamını durdurmak amacıyla, son bir girişimde daha bulunuyor.
Daha önce de, benzer girişimleri var. Bunu anlatan pek çok kitap var.
Güner Öztek dün bu tarihsel tanıklığı anlatırken, yine kayıtlara geçmesi gereken iki ayrı olayın daha altını çiziyor.
Yassıada’da idam kararları verildiğinde, Selim Sarper Cemal Gürsel’e çıkıyor. "İdamların yanlış olacağını, Türkiye’nin itibarını ciddi ölçüde sarsacağını" belirtiyor. Sonra o görüşmeyi Öztek ile paylaşıyor:
"Gürsel Paşa güvence verdi, kimse idam edilmeyecek, onları yurt dışına sürgüne gönderecekler."
Buna rağmen, üç idam nasıl gerçekleşiyor? Öztek’in vurguladığı ikinci olay şu:
"Milli Birlik Komitesi'ne mesajları götüren Dışişleri memurları, orada bazı subaylarla karşılaşıyor. Onlar ordu içindeki bir cunta, ihtilali yapan Komite'ye idamların yapılması için baskı yapıyorlar. Baskı karşısında son anda dört Komite üyesi fikir değiştiriyor ve idam lehinde oy kullanıyor."
Selim Sarper birkaç yıl sonra bu olayı, yine özel bir sohbette doğruluyor.
Sözü edilen cunta, 22 Şubat 1962’de ve 21 Mayıs 1963’te iki kez darbe girişiminde bulunan, başında Kurmay Albay Talat Aydemir’in bulunduğu "Silahlı Kuvvetler Birliği".
İsmet Paşa’yı doğrulayan bir cunta harekâtı. Yine İsmet Paşa’nın generallere tavsiyesi var, "ordunun ihtilal yapması çok kötü bir olaydır, iş çığrından çıkar, siz burada ihtilal planı yaparken, yan odada bir başka cunta da, size karşı ihtilal planı hazırlar!.."
27 Mayıs’tan sonra Demokrat Partililerin tutuklu kaldığı ve yargılandığı Yassıda yeni oluşumuyla "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" adı altında önceki gün açılıyor. Açılışta Tayyip Erdoğan bir konuşma yapıyor. Dikkatimi çeken birkaç cümlesi var. Biri:
"Sürgüne gönderildiği Hindistan’dan idam kararlarının hukuki ve meşru olmadığını, insanlık duygularıyla uyuşmadığını belirerek, trajediyi engellemek için çırpınan Alpaslan Türeş’i rahmetle anıyorum."
Türkeş’i mi?..
Alpaslan Türkeş 27 Mayıs İhtilalinin "kudretli Albayı" değil mi?.. Öyle anılmıyor mu?.. Cemal Gürsel’den sonra gelen en güçlü, en yetkili kişi değil mi?..
27 Mayıs İhtilal bildirisini sabah 5.30’da Ankara Radyosu'ndan okuyan ve dünyaya duyuran kişi değil mi?..
Daha sonrasında Milli Birlik Komitesi üyesi on üç arkadaşıyla birlikte, "hemen seçime gitmeyelim, bir süre daha iktidarda kalalım" diyen kişi değil mi?..
O nedenle, "bir an önce seçime giderek, iktidarı sivillere devretmekten yana olan" Komite’nin diğer üyeleriyle anlaşmazlığa düşen, tarihe "14’ler" olarak geçen, bundan dolayı sürgüne gönderilerek, tasfiye edilenlerin başında gelen kişi değil mi?..
Erdoğan’ın söylediği bir doğru var. Doğru, Türkeş ve 14’lerden bazı üyeler sürgünde bulundukları ülkelerden Gürsel’e "idamlardan vazgeçilmesini ve onların sürgüne gönderilmelerini" öneren mektuplar yazıyor.
Doğru da, eğer 27 Mayıs olmasaydı, Menderes, Zorlu ve Polatkan zaten asılmayacaktı. İhtilalin ikinci adamını "rahmetle anmak" günümüzde ne anlam taşıyor, bilmek zor!..
Türkeş’in kurduğu ve bugün AKP’nin ortağı MHP’ye çiçek atmak mı?..
Ya da artık ne ise!.. Yoksa, tarihle ilgisi yok!.. Mantığa ters!.. Garip bir anma!..
Ve Erdoğan konuşmasının bir başka yerinde:
"Sadece darbe yapanları değil, daha ne bekliyorsunuz kışkırtmasıyla, ordumuzun içine darbe virüsü sokanları da, bu millet asla affetmeyecek."
Yani:
"Darbe yapanları bu millet asla affetmeyecek!.."
İyi de, Erdoğan’ın rahmetle andığı Alpaslan Türkeş "darbe yapanların başında gelen ikinci adam!.."
Dolayısıyla, ne oluyor?..
"Milletin affetmeyeceği darbe yapanlardan biri olan" Alpaslan Türkeş’i, Erdoğan rahmetle anıyor!..
O konuşmaları Erdoğan’a kim yazıyorsa, biraz tarih, biraz mantık dersi alsa iyi olur!..