“Bak Tarık, bize yalan söyleme, seni ezeriz.
Neden Yılmaz Güney’le birliktesin, neden ona yardım ediyorsun?
Senin dinin var mı?
Namaz kılıyor musun?
Uyuşturucu var mı?
Bizimle dalga geçme lan, şakam yok, fena ezeriz.
Marx’ı anlat bakalım.
Hangi örgüttensin?
Sen komünist misin lan?
Sürü filmini neden yaptın?
Maden, Demiryolu gibi filmlerde neden rol aldın?
Bu vatana neden ihanet ediyorsun?” (Tarık Akan, Anne Kafamda Bit Var, s.85 - 87).
Şimdi tüm medya dünyası ve sosyal medya Tarık Akan’ı haklı olarak “efsane aktör” diye yere göğe koyamıyor. 12 Eylül günlerinde devlet de onu yere göğe koyamıyor, “hücreye” atıyor. B.k kokuları içinde farelerin cirit attığı, insanların kafalarında bitlerin dolaştığı hücreye.
Türkiye kültür tarihinin genelinde ve hala öyle olduğu gibi, dün aramızdan ayrılan Tarık Akan da “hukuksuzluğa ve haksızlığa direnmenin, düşünmenin, halk için sanat yapmanın büyük suç” sayılmasından nasibini alıyor.
Tarık Akan, Berlin’de kazandığı bir ödül sonrasında orada bir konuşma yapıyor. Konuşması ertesi gün Tercüman gazetesinde yayınlanıyor. 12 Eylül darbe dönemi. Berlin’deki ödüle ek, gazetedeki haberden hareket ederek, devlet de bir ödül veriyor. Hava alanında gözaltına alıyor.
Getirildiği Birinci Şubede bir süre gözaltında kaldıktan sonra, şubenin koridorlarında işkence sesleri, küfürler, genç insanların haykırışları arasında ifade vermeye giderken, bir polisin “yürü ulan, uzun, daha fazla uzun etme de, yürü” ikazlarıyla savcının karşısına çıkıyor. Savcı soruyor:
“Almanya’dan ihbar mektupları var, devleti şikayet mi ettin? Konuşurken sol yumruğunu havaya mı kaldırdın? Bak, gazetede haber var”.
Gazetecilik açısından yüz karası bir haber. Günümüzde çoktan alıştığımız “düzmece ihbarcılık haberlerinden” biri, konuşmasında asla yer almayan unsurlar var haberde. Belli ki, “birileri” böyle bir haberin yayınlanmasını istemiş, o gazete de, emri yerine getirmiş.
Tarık Akan haberi red ediyor, ama savcı altı, yedi isim sayıyor ve onların ifadelerinde “Tarık Akan böyle söyledi” diye suçlamalar var.
Tutuksuz yargılanmasına karar veriliyor, dışarıya çıktığında, kendisi aleyhinde ifade veren o kişilerden birini buluyor. Adam:
“Tarık Abi, ben senin konuşmanı filan duymadım. Sen sahnede konuşma yaparken, ben alt kattaydım, oraya ses zaten gelmiyordu. Türkiye’ye gelince beni siyasi şubeye çağırdılar, başladılar, ulan seni asarız, keseriz, imzala lan şurayı, başımda polisler, her kafadan küfür ve tehdit, ödüm koptu valla abi, ben de imzaladım”. (Tarık Akan, adı geçen kitap, s.182 - 183).
Hiç yabancı değil. Otuz beş yıl önce yalan ifadeye zorla imza attırmak, ona dayanarak insanları mahkemelerde süründürmek, otuz beş yıl sonra, ne de olsa teknoloji gelişiyor, sahte CD yerleştirerek generalleri ve amiralleri Balyoz’dan, Ergenekon’dan içeri atmak.
Yapmadığı bir konuşma nedeniyle bir süre gözaltında kalan Tarık Akan, içerde yaşadığı günleri “Anne Kafamda Bit Var” kitabında anlatıyor. Canlı ve akıcı bir üslupla.
Kitap 2002’de yayınlandığında, Tarık Akan zaman zaman yaptığı gibi, Cumhuriyet’e uğruyor. Elinde kitabı, bana da imzalıyor.
Sohbete başlıyoruz, yazdığı kitaptaki olayları örnek göstererek:
“Yalçın Abi, ne zaman bitecek bu çile? Bu ülkeye gerçek bir demokrasi ne zaman gelecek? Bakıyorum da, bir kriz bitiyor, diğeri başlıyor ve Türkiye her zaman ‘önemli bir dönemden’ geçiyor masalı. Nasıl oluyorsa, o ‘önemli dönemler’ bitmek bilmiyor”.
Sohbet sırasında dikkat ediyorum, sadece kitabı imzaladığı o gün değil, ne zaman sohbet edersek, hep nazik, hep dikkatli, hep mütevazı.
Önemli ödülleri alan, bizim sinema tarihimizin önemli filmlerine imza atan anlı şanlı Tarık Akan sanki o değil. Masum bir delikanlı ve her zaman delikanlı, her zaman masum.
Yeri geldiğinde, tanıdığı tanımadığı insanlarla acıları paylaşan, haksızlığa kafa tutan ateşli bir direnişçi.
Macerası “Ses” Dergisinin kapağına “yakışıklı bir jön” olarak seçilmekle başlıyor. Ama, zaman içinde “yakışıklı jön” müthiş bir evrilmeyle “halk için sanat yapan siyasal bir aktöre, inatçı bir eylemciye” dönüşüyor. Geniş kitlelerin kalbinde yer etmesi bundan dolayı.
Hiç bir zaman “ne oldum delisi” olmayan, attığı her adımı düşünen, okuyan, aynı zamanda “bir eylem adamı” olan Tarık Akan’ın gönlünde en çok yer eden insanların başında Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, İlhan Selçuk geliyor.
Hayır, bana özel olarak tek tek isim saymış değil, ben sadece sohbetlerimiz sırasında edindiğim bir izlenimi aktarıyorum. Elbette, önemli yönetmenlerin, mesleğine damga vurmuş sanatçıların, sosyal demokrat yazar ve gazetecilerin onda ayrı bir yeri var.
O halktan yana, sosyal demokrasiye inanmış bir sanatçı.
Bunu zaten hiç bir zaman saklamıyor, rol aldığı “Yol” gibi, “Sürü” gibi, “Maden” gibi, “Berdel” gibi, “Eylül Fırtınası” gibi, “Nehir” gibi daha pek çok unutulmaz filmler bunun kanıtı. “Yeşilçam” ritmindeki filmleri bile, farklı mesajlar içeriyor.
Ve çok daha önemlisi:
O şan ve şöhrete, o yakışıklılığa rağmen, her zaman sağlam durmasını biliyor. Yaşadığı dünya içinde kolayca düşülecek skandallara hiç bulaşmıyor.
Belli ki, sağır Sultan bile bu düzgün duruşunun farkında. Aramızdan ayrıldığı haberi ile birlikte TV’lerde ve sosyal medyada dile getirilen görüşler her sanatçıya nasip olacak türden değil, çok ayrıcalıklı, çok özel. Dikkatimi çekiyor:
İnsanlar onu överken, kendilerinde ondan bir parça arıyor.
Binlerce insanın birebir dostu, halkın gönlünde taht kurmuş bir sanatçıyla daha vedalaşıyoruz.
Işıklar içinde yatsın.