26 Ağustos 1922 Anadolu Ajansı Ankara kaynaklı haberinde:
“Mustafa Kemal Paşa Çankaya’da çay partisi veriyor.”
27 Ağustos 1922 Anadolu Ajansı Ankara kaynaklı haberinde:
“Mustafa Kemal Paşa Akşehir’de futbol maçı izlemeye gidiyor.”
29 Ağustos 1922 Atina’daki İngiliz Büyükelçisi İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği gizli telgrafta:
“İngiltere sayesinde Yunan Kralı Constantin ve Kraliçe Sofya İstanbul’da Ayasofya Kilisesi’nde önümüzdeki günlerde Bizans İmparatoru ve İmparatoriçesi tacını giymeye hazırlanıyorlar. Zafer yakındır.”
30 Ağustos 1922 yine Atina’daki İngiliz Büyükelçisi Londra’ya çektiği telgrafta:
“Durum tamamen sakin.”
3 Eylül 1922 İstanbul’daki İngiliz işgal kuvvetleri komutanı general Harrington Londra Savaş Bakanlığı’na çektiği telgrafta:
“King George ve İron Duke gemileri İzmir’e hareket etti, İzmir’de güvenlik tamdır. Yunanlılar Alaşehir’de tutunuyorlar, Türkleri durduracaklarına inanıyorum.”
Mustafa Kemal Büyük Taarruz’u hafta sonuna dek getiriyor, o sırada Atina ve Londra derin bir uykuda. “Çay partisi ve futbol maçı” gibi bahanelerle onları fena halde atlatıyor. Büyük Taarruz’un ancak beşinci gününde Yunan ve İngiliz hükûmetleri durumun farkına varıyor ama, onlar için artık çok geç.
“Kuvayı Milliye Yunanlıları kovalayarak, İzmir’e doğru yol alıyor.
Nihayetinde...
LAİK CUMHURİYET’e doğru yol alıyor”.
26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz ve onunla gelen büyük zafer bir başka açıdan:
“Mustafa Kemal’in muhteşem başarılarından biri daha ama İngiliz istihbaratının en büyük skandallarından biri”.
Milli Mücadele sırasında Türkiye’de faaliyet gösteren, Ankara’ya kadar sızmış bir İngiliz İstihbarat Örgütü var:
“Kara Cumbo”.
Her an, her olayı kontrol ettiğini sanan, kuş uçurtmadığına inanan “Kara Cumbo” tarihin en büyük “atlamalarından birini” kayıtlara geçiyor.
“Büyük Taarruz’dan ancak üçüncü gün haberi oluyor, savaşın başladığından emin olmak ve bunu Londra’ya bildirmek için ise, iki gün daha kaybediyor”.
Kuvayi Milliye zafere çoktan ulaşmışken, “Kara Cumbo” Mustafa Kemal’in hâlâ “maç izlediğini” sanıyor. Ya da Çankaya’da “çay partisinde” olduğunu düşünüyor.
Yani şu:
“Mustafa Kemal 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’u planlarken, aynı zamanda bu büyük savaş ve zaferin perde arkasını, farklı yönlerini de ihmal etmiyor”.
Atina ve Londra ne olup bittiğini öğrendiğinde, Mustafa Kemal Yunan’ı ezmiş, savaş alanlarını geziyor. Ağır kayıplar veren Yunan Ordusunun yine de toparlanabileceğini düşünerek 1 Eylül’de tarihi emirlerinden birini daha veriyor:
“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..”
9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşuyla sonuçlanacak, kurtuluş tarihimizin en vurucu emirlerinden biri.
Yunanlılar ve İngilizler derin uykudayken, içerideki “hainler”, ülkenin bağımsızlığına inanmayan “alçaklar”, Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına her türlü hakareti eden, dini fetva ile onları idama mahkûm eden “Padişah Vahdettin ve hempaları”, İngiliz ve Yunanlıların eteklerini öpenler “ihanet gazetelerinde” kin ve nefretlerini kusuyor:
“-Ankara’nın Yunanı denize dökeceği bir kuru vaattir.
-Kuvayi Milliye denilen o serserilerin hakkından bir an önce gelmek gerekir.
-Padişahımızın fermanına, dini fetvalara ihanet eden bu akılsız zorbalara hadlerini bildirmek gerek.
Bunları idam etmek gerek. İdam... İdam... İdam...”
Bu benzeri yazıları yazanlardan biri Osmanlı hükûmetlerinde Eğitim ile İçişleri Bakanlığı yapan en ünlü hainlerden, önce Fransız, sonra İngiliz ve Yunan dostu Ali Kemal.
O yeminli Kurtuluş Savaşı düşmanı, İzmir’in kurtuluşunun ertesi günü 10 Eylül 1922’de ne yazıyor? İnanılmaz, yok “döneklik” söz konusu oldu mu, inanılır, günümüz açısından da ibretlik bir “dönüşe” imza atıyor:
“Gayeler Bir İdi ve Birdir!”
Neeee?.. “Gayeler Bir” mi?
Dört yıl boyunca vatanı kurtarmak isteyenlere küfür edip, Sarayın ve İngilizlerin eteklerine yapışanların önde gelenlerinden Ali Kemal “Gaye Bir İdi ve Birdir” diyerek, utanmazca bir manevra deniyor. Ama bu onun son yazısı oluyor.
“Sarayın gözdesi olan yazdığı gazete de, tıpkı onun gibi, ertesi günü taraf değiştiriyor!..
Sarayı filan boş ver, şimdi Mustafa Kemal’in gözüne girme zamanı!..”
Bu her devirde böyledir! Yüz yıl önce de, yüz yıl sonra da!
“İktidarda iken Saray, iktidardan düşünce, haydi bize eyvallah aman, karşı tarafta yerimizi bir an önce alalım”.
Dönekliğin sonu yok!
Padişahın emrindeki, Kuvayi Milliye’nin can düşmanı İstanbul hükûmeti de, göze girme yarışına katılıyor. Büyük Zafer nedeniyle Mustafa Kemal’e kutlama telgrafı çekiyor.
17 Kasım’da bir İngiliz gemisiyle ülkeden kaçan ve gerçek hainler arasında yer alan Padişah Vahdettin ise, o sırada İngilizlere yalvarmakla meşgul.
O padişah ki...
Mustafa Kemal ve arkadaşlarına sadece idam fermanı çıkarmakla kalmıyor...
“- İngilizlerin desteğiyle ‘Kuvayi İnzibatiye - Halifelik Ordusu’ kuruyor ve ulusal güçlerin üstüne salıyor.
- Bu ordu ile milli mücadeleye karşı savaş açıyor.
-Edirne’de Venizelos’un sağlığı için dua ettiriyor, onu ‘özgürlük ve adalet temsilcisi’ ilan ediyor.
-Padişah adına Ahmet Anzavur ki, milli mücadeleye isyan edenlerden biri, ‘Padişahımız Efendimiz Yunanlılara silah çekmek küfürdür ve isyandır’ diye buyurmuşlardır’ diyor.
-Çeteleri Milli Mücadeleye isyana teşvik ediyor”.
Günümüzde Vahdettin’e toz kondurmak istemeyenlere ithaf olunur!
Vahdettin Haziran - Temmuz 1920’de Kurtuluş Savaşı’na karşı en büyük ihanetlerinden birine adım atıyor.
“Anzavur Kuvvetleri ile Hilafet Ordusunu Kuvayi Milliye üzerine saldırtıyor. Yunanlılar Haziran ayı boyunca Ege’yi adım adım işgal ediyor.
Aynı tarihte İngilizler Mudanya’yı işgal ediyor.
Aynı tarihlerde isyanlar var.
8 Temmuz 1920’de Yunanlılar Bursa’yı işgal ediyor”.
Bursa’nın işgali Ankara’da ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olağanüstü hayal kırıklığı yaratıyor.
Bursa... Osmanlı’nın ilk başkenti... Ankara için tarihi anlam taşıyor.
Meclis karalar bağlıyor.
Ve bir önerge veriliyor:
“Meclis Başkanlık Kürsüsünün puşide-i siyah ile örtülmesini teklif ederiz.”
“Puşide-i Siyah”, yani “siyah örtü”. Kürsü siyah örtüyle kaplanıyor.
Milletvekilleri Bursa’nın işgaline ağıt yakarken Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor:
“Efendiler!.. Her taraftan ihanet uğradık. Düşman bir taraftan, İstanbul hükûmeti bir taraftan, bize karşı kışkırtılan çetelerin isyanları bir taraftan...
Bursa’yı işgal ettiler ama inanınız hem Bursa’yı, hem ülkeyi düşmanlardan ve padişahtan kurtaracak güce sahibiz ve bunu başaracağız”.
9 Eylül’de İzmir’e giren Kuvayı Milliye...
11 Eylül’de Bursa’ya giriyor, Bursa işgalden kurtarılıyor.
Aynı gün Meclis kürsüsünden “puşide-i siyah” kaldırılıyor.
“Sonsuzluğa kadar!..
Laik Cumhuriyetimizin üstüne bir daha asla örtülmemecesine!..”
Not: Bu yazının bazı bölümlerinde değerli tarihçi Sinan Meydan’ın mutlaka okunması gereken “Hafıza” isimli kitabından yararlandım. Günümüzde insana moral aşılayan, bilgi depolayan bir kitap.