"AİHM Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına karar verdi" dediğim anda, orada Türkiye adına yıllarca yargıçlık yapmış Rıza Türmen önce "Kaçıncı maddeden?" diye soruyor.
Ben "sözleşmenin 5/1, 5/4 ve 18. maddesine göre", dediğimde, Türmen’in ilk tepkisi şöyle:
"Bu olağanüstü bir karar, çünkü 18. madde tutukluluğun siyasi nedenlerle yapılmış olduğuna ilişkin, hak ihlali bulunduğunu gösterir. AİHM bu maddeye dayanarak, hak ihlali yapıldığına ilişkin çok ender karar verir."
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) dün Osman Kavala hakkında "derhal serbest bırakılmalı" kararı veriyor. Ne zaman?
Tam da, İnsan Hakları Günü'nde. Tam da, dünyanın her ülkesinde İnsan Hakları Günü'nün kutlandığı, o haklara saygı duyulduğu, kutsallaştırıldığı bir günde. Tam da, "hukukun üstünlüğünün, temel hak ve özgürlüklerin" tekrar tekrar vurgulandığı bir günde. Dün, yani 10 Aralık’ta...
Osman Kavala iki yılı aşkın süredir cezaevinde. Suçlama afaki, kanıt yok, iddianame yazılmadan aylarca tutuklu kalıyor, aylar sonra yargıç karşısına çıkıyor. Baştan sona hukuka aykırı bir tutuklama. AİHM sözleşmenin ayrıca 5/1 ve 5/4. maddelerine dayandırdığı ihlal gerekçesinde, bu durumu tespit ediyor.
AİHM "18. maddenin ihlali" diye karar verdiği anda, Kavala hakkındaki suçlamalar tümüyle düşüyor, çünkü tutukluluk durumu "hukuki değil, siyasi".
Bu karardan sonra Kavala’nın buradaki ilgili mahkeme tarafından derhal tahliye edilmesine karar vermesi gerekir. Hemen, şimdi.
Bazı AİHM kararları karşısında, Tayyip Erdoğan "Bu karar bizi bağlamaz" diyor. Bu tümüyle yargının kararı olduğu halde, mahkemeyi etkilemeye çalışıyor. Oysa:
1- AİHM kararları aynı zamanda Türk hukukunda geçerli, uyulması şart. 2003 yılında, Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, "AB’ye uyum" çerçevesinde düzenlenen hukuk reformları içinde yer alan bir kural.
2- Bunun ötesinde, AİHM kararlarının bağlayıcı olduğuna, derhal yerine getirilmesine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı var.
Aksi hiç bir gerekçe gösterilmeksizin, Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerekiyor.
* * *
Kütahya Zafer Havaalanı...
2012 ile 2017 sonuna kadar beş milyon 210 bin 383 yolcu garanti ediliyor.
Madde 1- "Garanti vermek" adeti AKP ile çıkıyor. Serbest pazar ekonomisinde adam yatırımının kârlılığını kendi hesaplıyor, kârlı görürse, yatırım yapıyor, yoksa vazgeçiyor. Yatırımlarda "garanti vermek" adeti AKP icadı. Kim bilir neden!
Beş milyon yolcu garantisi veriliyor. Ancak, yolcu sayısı 221 bin 562’de kalıyor. Aradaki fark, yani garanti parası olarak firmaya 26 milyon 691 bin 626 Avro, TL de değil Avro, ödeniyor. O para senin benim cebimden çıkıyor.
Madde 2- Yatırım madem bu ölçüde verimsiz ve kâr getirmiyor, bu önceden neden hesaplanmıyor? Kör gözüne yatırım dünyanın neresinde var? Sadece "Biz her yere havaalanı yaptık" fiyakası için mi? O fiyaka durup dururken, hepimize 26 milyon Avro’dan daha fazlaya patlıyor. O da, şimdilik.
Madde 3- Bu yatırıma karar verenler, bunca zarar karşısında nerede, kime hesap veriyor? Hiç kimseye, Türkiye Büyük Millet Meclisi dahil, hiç kimseye.
Burada da kalmıyor, firma ile garanti anlaşması 29 yıl 11 ay.
Önceki gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Meclis’te 2020 Bütçesi üzerine görüşlerini açıklarken, bu başıboşluğun, ondan daha önemli, "Meclis dahil, hiç kimsenin bu savurganlığı denetleyemediğinin" altını çiziyor:
"Bütçede ne kadar borçlanacak, ne kadar vergi toplayacak, ne kadar harcayacak, hepsi belli. Bu da Meclis’in denetiminde, anayasaya göre. Harcanabilecek tutar, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle keyfe keder aşılamaz. Anayasa bu konuda Cumhurbaşkanına da sınır getiriyor. Ama, öyle olmuyor."
Tek adam rejimine geçilmesiyle birlikte, Meclis'in yetkileri, denetimleri devre dışı kalıyor. O kadar anlamını yitiren bütçe görüşmeleri ki...
Bakan seçimle değil atamayla geliyor, Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle, "devlet memuru", hiç bir siyasal sorumluluğu yok. Meclis kendisinden hesap soramıyor. Soru önergelerinin bile, ancak yüzde sekizine yanıt veriliyor. "Sen milletvekili olarak, ne sorarsan sor, beni ilgilendirmez" mantığı. O zaman da, bütçe görüşmeleri dünyadaki uygulamaların, geleneklerin, hukukun tam tersine, bütçe görüşmeleri olmaktan çıkıyor.
Zafer Havaalanındaki bu rezalet... Ulaştırma Bakanı'na sor, nafile, sorumluluğu yok. O zaman da, hem "garanti vermek", hem o "garantinin miktarını, koşullarını" belirlemek, keyfi bir karar, hesabı da sorulamıyor.
2020 için asgari ücretin belirlenmesi amacıyla taraflar dün yeniden bir araya geliyor. Yeni ücretin ne olacağından önce, duruma bakıldığında, bir başka faciaya tanık oluyoruz. Kılıçdaroğlu bütçe konuşmasında o faciayı sıralıyor:
"- Bugün bu ülkede 2 milyon 136 bin kişi asgari ücretin altında gelir elde ediyor. Bu rakam Merkez Bankası’nın araştırmasıdır.
- Bugün bu ülkede bin liranın altında emekli aylığı alan 847 bin 643 kişi var.
- Bugün bu ülkede iki bin liranın altında emekli aylığı alan 6 milyon 850 bin 513 kişi var."
Milyonlarca kişi açlık sınırı altında, buna gelir denirse, gelir elde ediyor.
Böyle gerçek bir karşısında, asgari ücret pazarlığı komik kaçmıyor mu? Önce bu facianın düzeltilmesi gerekmiyor mu?
Sen Zafer Havaalanın "garanti" diye, 26 milyon Avro'yu aşan para ver, bu tarafta milyonlarca insanı açlık sınırı altında tut!
"AKP, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adalet anlayışı", aynı zamanda on yedi yılda "milyonlarca insanı kalkınmada" getirdiği yer!
Faize karşı ya bu iktidar...
Hangi koşullarda borç alıyorlarsa, 2002 ile 2019 arasında 173 milyar 55 milyon dolar faz ödeniyor.
2019 yılının başından bu yana, Kılıçdaroğlu’nun tespitine göre:
Ayda bir milyar 545 milyon, 209 bin 370 dolar faiz ödeniyor, bu günde 8 milyar 700 milyon dolar ediyor.
Saniyede 596 dolar faiz ödüyoruz.
Bu faizi kim ödüyor?
Hepimiz ödüyoruz, açlık sınırı altında aldığı ücretle yaşamaya çalışan milyonlarca insan dahil.
Asgari ücret ne kadar olsun? Dalga geçer gibi.
İşte, rakamlar, gerçekler, karşılaştırmalar, "adalet ve kalkınma" ortada, daha ne olsun.
Bu milyonlarca insan arasında "adalet ve kalkınmaya" yıllardır oy veren kim bilir ne kadar insan vardır!